Sokrates'in karısı Xanthippe (Zentibi) onun kadar ünlüdür. Eğer o Sokrates'in karısı olmasaydı belki de Sokrates olmayacaktı bile denebilir. En azından Nietzsche öyle söyler...
Zentibi bugün bütün dillerde en hafifi, 'hırçın' anlamına gelmekte. Çünkü o kocasını felsefeden soğutmak için elinden geleni ardına koymamış...
Evde hayatı fırça dırdır, zehir etmekle kalmamış, adamcağız evden kaçıp arkadaşlarıyla konuşacağı zamanlarda bile peşini bırakmamış! Bir keresinde haneden çıkarken başından aşağıya bulaşık suyu dökmüş... Bir başka zaman bizimki pazar yerinde söylev çekerken cübbesini sırtından sıyırıp almış, itmiş ve de kakmıştır.
Sempatizanları isyan etmişse de Sokrates olayı, "Zentibi gürleyen avazıyla seslendiğinde, yağmur mutlaka yağar..." şeklinde geçiştirmiştir.
Bir öğrencisi, "Baba bu kadına senin gibi bilge kişi nasıl katlanıyor?" diye sorunca, "Sen kazlardan, onların sesinden hoşlanan birisin. Ben de karımın sesinden haz ediyorum," diyerekten mevzuyu derinleştirmiştir...
***
Sürekli yürüyüşler yapan ve sporunu ertelemeyen filozofun, her zaman diri ve güçlü olduğu anlatılır. Mükemmel bir vücuda sahiptir ve savaşlara katıldığında metanetiyle iltifat almıştır...
Zem edici tarihçiler onun sportmenliğini karısı Zentibi'ye bağlarlar!
Evden kaçıp sürekli çarşı pazar dolaşarak, yakaladıklarıyla sohbet etmesini ve müritleriyle muhabbetli uzuuun yürüyüşlere girişmesini bununla ilintilerler...
Öyle ya da böyle Zentibi, Sokrates'i felsefeden bıktırmak için ona 'Aylak Serseri' adını takan hanımı, bu yalınayak gezen, eve anca yerde bulduğu paraları getirebilen adamı sıkı bir 'Yürüyen Düşünür' yapmış ve bize hediye etmiştir...
***
Nasreddin Hoca'nın hane-i saadetine gelirsek,
Sarı Saltuk Menkıbesine serbest meşrep dalış yapmalıyız:
'Pir Ahmet Yesevi âşıkları, Hacı Bektaş, Ahi Evren, Seyyid Yusuf Kaşgari, Üryan Doğan ve hem dahi nice veliler gelip cem olup sohbet ettiler. Sarı Saltuk veda edip Balkanları İslam etme yolculuğuna çıkmadan Konya'ya erip Mevlâna ve Şemsi Tebrizi ile nice gün sohbet edip varıp Şeyh Mahmud Hayrani'nin kabrine, onla muhabbet kurdu. Erenler ölmezdi, bilirdi...
Sonra, Nasreddin'in hanesine vardı, kapıyı çaldı. "Ben şerif Saltuk'um, hoca nerededir acaba?"
"Hoca Sivrihisar'a gitti," der kapı arkasında duran karısı.
Sarı Saltuk, "O yerler kâfirliktir, orda ne yapar acaba?"
"Sivrihisar eşrafı haber etmiş, gelsin bize biraz akıl koysun, biz dahi eller gibi akıllanalım.
Buradaki Ermeniler, Nasrettin Hoca akılsız Türk'tür. Herkes onun sakalına güler, gelse de dalgamızı geçsek demişlermiş... Hoca, varıp gideyim de şunları hikmet ızgarasında bir güzel kızartayım,' dedi gitti..."
Sarı Saltuk, "Yazık, nasihat etsin isterdim" deyince de hatun kişi, "Kabul buyurursan ben sana nasihat edeyim ey bilge," diye pes konuşuvermiş.
Sarı Saltuk da kapı eşiğine oturmuş, dinlemeye başlamış...
***
"Her kim ki bu dünyada haset fesat, yoldan sapmış, kötü insan, bozguncu... Bunlarla alâka kurma! Zinhar cahil kişiye şahsını, malını emanet etme, sırrını söyleme... Dilinden tövbeyi eksik etme. Kendini ne sanırsan, herkesi öyle san. Allah'tan kork, resulden utan...
Ta ki gizli olan sana zahir olup sırra vâkıf olasın, insan denen aynada hakkı görebilesin..."
Sarı Saltuk bu nasihatleri işitip kendinden geçmiş, eşiğe yüz altın atıp gitmiş...'
***
Nasreddin Hoca gerçekten bir tartışmaya mı gitti, yoksa o da yürüyüşte miydi, biz bilmiyoruz.
Fakat Saltuk'un yakınlarına; 'Karısı böyleyse Nasreddin Hoca kim bilir hangi mertebededir usta?" şeklinde hayranlığını bildirdiğini biliyoruz...
O zaman artık vaktidir, Sokrates'in karısını çekiştirenlere verdiği asıl cevabı, işte şimdi buraya koyabiliriz:
"Zentibi gibi bir âfetle baş edebilen, dışarda dik yürür, korkmaz kimseden..."
Meraklısına:
Eşiyle dostuyla, çor çocuğuyla herkese iyi seneler dilerim efendim.