15 Temmuz'daki destansı direniş, aslında son yüz hatta iki yüz yıllık demokrasi mücadelesinin bir sonucu. Siyasetçisinden sanatçısına, fabrika işçisinden köylüsüne, esnafından yerli sanayicisine herkesin bu mücadelede payı var.
O pay sahiplerinden biri de önceki gün kaybettiğimiz ünlü yazarımız Adalet Ağaoğlu'ydu. Romanları, hikayeleri ve oyunlarıyla bu halkın özgürlük ve demokrasi arayışına ışık tutmaya çalıştı. Onu ilk kez 70'li yılların sonunda yayınlanan "Bir Düğün Gecesi" kitabıyla tanıdım.
Ama yüz yüze gelişimizin öyküsü çok daha güncel ve biraz da hüzünlü. O cumhuriyetin ilk kuşağı olsa da toplumun yaşadığı travmaların farkındaydı ve hayatı boyunca hep "sivil bir anayasa" yapılmasını istedi. Bu yüzden 80'li yaşlarında olmasına rağmen 2010 yılında Mehmet Uçum, Yücel Sayman, Lale Mansur, Veysel Uçum ve Enver Sezgin gibi farklı kuşakların bir araya geldiği Yeni Anayasa Platformu'na destek vermiş birçok toplantısına da katılmıştı. 2010 referandumuna da "yetmez ama evet" diyenlerdendi. Bir kitabının gelirini de Yeni Anayasa Platformu'na bırakmıştı.
Onun bu desteği, yeni ve çağdaş bir anayasaya sahip olmak isteyen bizler için müthiş bir motivasyon kaynağıydı. Gerçi sonradan bazı kişilerin bu platformu kişisel pozisyonları için kullandıklarını söyleyip pişmanlık duysa da onun yeni anayasa talebi önemliydi ve ondan hiç vazgeçmedi.
Bu yüzden de çok çirkin saldırılara uğradı. Toplumu ötekileştirme konusunda mahir olan tek tipçi laik meczuplar, 80 yaşını aşmış o ünlü yazarı, sırf referanduma destek verdi diye "yumurtalı" saldırıyla rencide etmişti.
Onu sonsuzluğa uğurladığımız bugünlerde bile hala ona saldıranlar var. Oysa o, yaşadığı dönemin tanığı olmaya çalışan değerli bir yazardı. Yazdıklarıyla bize ayna tutmaya çalıştı. SABAH'tan Tuba Kalçık'a verdiği son röportajında yaptığı iki tespit de bizim gerçeğimizi anlatıyordu. İlki Atatürk'le ilgiliydi:
"Babam, ben ve kardeşlerimi Florya Plajı'na götürmüştü. O gün Atatürk'ü denize girerken görmüştüm. O günü hiç unutmam.
Öldüğü gün de hâlâ aklımda; çok ağlamıştım.
Hepimiz yollara düştük. İnsanlar sokaklarda ağlıyordu. Bizim kuşak, eğitimimizden dolayı Atatürk'e büyük bir sevgi besleyerek büyüdü.
Atatürk, vatanı kurtarmış bir lider. Çok öngörülü bir insan olduğunu her açıdan ispatlatmış biri."
İkincisi de yine aynı dönemde yaşanan derin travmaya ilişkindi. Şöyle diyordu:
"Anne-baba Osmanlı ahlakıyla yetişmiş, biz ise Cumhuriyet kuşağıyız. Babam hafızdı, Kuran'ı ezbere nameyle okuyordu. Babamın hafız olduğunu uzun süre söylemekten çekindim. Çünkü o dönemde İslam'a doğru bakılmıyordu. Çok yanlıştı bu. Hayatım boyunca sadece şiddete karşı oldum; inançlara karşı olmadım. 'Ölmeye Yatmak'ta da kendi hayatımı yazdım. Yaşanan bu ikilemi anlattım. Anne ve babalarımızın yaşadığı dramı 30'umdan sonra anladım ben. Burada eski yazıyı bilen anne-babalarımız, aydınlarımız, yeni alfabe gelince cahil konumuna düştüler. Kökten değişim çok tehlikelidir. Alt yapısı olmadan değişim yapılmamalıydı. Yoksa dramlar yaşanıyor."
Tarihin garipliğine bakın, onu dün farklı tercihleri nedeniyle rencide edenlerin siyasi temsilcileri bugün onu son yolculuğuna uğurlayanlar arasında. Bu işte bir terslik var. Ama bu tersliğe rağmen Türkiye demokrasi yolculuğuna devam ediyor.
Artık darbelerin, başörtüsü, Kürt ve Alevi kimliği üzerindeki yasakların, Ayasofya'nın müzeye dönüştürülmesinin yarattığı travmaları bir bir tedavi ediyor, terslikleri düzeltiyor. Sıra Ağaoğlu'nun o büyük sivil anayasa hayalinde.