Bazıları alıştıkları üslupta siyaset ve kavga etmeyi sürdürseler de, "Yeni Türkiye"nin eskisinden ne kadar farklı olduğunu görmek için televizyon dizilerini ve yerli filmleri izlemek bile bunların yanılgılarını kanıtlar.
Eski Türkiye'nin ekrana ve beyaz perdeye yansıtılan zengin adam tiplemesini sabahlık giyen Hulusi Kentmen simgelerdi.
Zengin adamın şımarık ve güzel kızı da, jüponlu etekliği ve twinseti ile evinde parti verirdi. Bahçesinde yüzme havuzu olan görkemli villalar yoktu o zamanlarda.
Salondaki piyanoda fakir delikanlı çalıp, alaturka söylerdi. Partiye gelen şımarıklar onunla alay ederken, zenginin kızı da âşık olurdu ona. Bu tür aşkların evlilikle biten ve bitmeyen beraberliklerinin ürünü olan bahtsız çocuklarla yapılan diyaloglar da, klişeleşmişti...
Klişe cümleler
- Size baba diyebilir miyim amcacığım!
- Senin annen bir melekti yavrum!
- Senin baban namusu ile öldü yavrum!
Şimdi bu cümleler mizah konusu...
Dizilerde ve filmlerde spor arabalar, sürat motorları var. Zenci dadının yerine de, herhalde Filipinli hizmetçiler koyulur bir süre sonra...
Mümkün olsa, TMSF'nin satışa çıkardığı yatlar ve gökdelenler de filmler ve dizilerde kullanılacak.
Kirli sakallı ve bazıları iyi bazıları kötü erkekler, çok güzel ve bakımlı ama sık sık ağlamaklı olan kadınlarla, düzeyli ve düzeysiz ilişkiler içindeler şimdiki senaryolarda.
Siyasetin de, ekonominin de, toplumsal ve bireysel ilişkilerin de hem kapsamları, hem de içerikleri dizilerdeki ve filmlerdeki kadar değişti. Ama bazıları bakıp görmek yerine, hatıralarına dayalı biçimde yaşamayı ve öyle davranmayı yeğ tutuyor. Tıpkı o Katolik fıkrasındaki gibi bir durum mu var acaba?
Bir Katolik fıkrası
Çok sıkı prensipleri olan bir Katolik manastırına bağlı iki rahip, bir görev için uzun bir yürüyüşe çıkmışlar. Yolculuk sırasında kurallar gereği kimseyle konuşmaz, iletişim kurmazlarmış. Birbirleriyle bile konuşmuyorlarmış.
Bir nehir kıyısına gelmişler... Kıyıda, zaman-mekân ölçülerine göre oldukça açık giyinmiş ve yine zaman- mekân ölçülerine göre çok çok güzel bir kadın oturmaktaymış.
Rahipleri görünce ayağa kalkmış, işveli ve vaatkâr bir üslupla, kendisini karşıya geçirmelerini istemiş... Rahiplerden biri, diğerinin şaşkın, hatta kızgın bakışlarını görmezden gelerek, kadını sırtına alıp, nehrin karşı kıyısına geçirmiş... Karşı kıyıya varınca, kadın kendisini taşıyan rahibin sırtından inerken pek acele etmemiş. Teşekkür ederken biraz da sarılıp cilve bile yapmış.
O hâlâ taşıyor
Kadını geride bırakan rahipler sessiz yürüyüşlerine devam etmişler... Uzun bir süre sonra, biri diğerine "Bütün günahlardan uzak durmaya yemin etmiştik. Nasıl oldu da o kadına dokundun ve onu taşıdın" diye sormuş.
Kadını taşıyan rahip, gülerek cevap vermiş:
- Ben onu nehrin öbür kıyısında bıraktım. Ama görüyorum ki sen hâlâ taşıyorsun.
Acaba bu fıkrada da gördüğümüz gibi, geçmişte kalanlara takılmak günü yaşamaktan daha mı kolaydır bazı beyinler için? Acaba iktidar olmak için seçim kazanılması gereken düzen, bazıları için hâlâ ilerideki zamanlara dönük, gerçekleşmesi çok zor bir hayal midir?