Siyaset meydanında kurusıkı atanlar da, siyaseti sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan'a saldırmak biçiminde görenler de "Yeni Türkiye" ile eskisi arasındaki farklardan habersizler. Eskiden en büyük ekonomik krizler bile nispeten hafif hasarlarla atlatılabilirdi. Köylü köyüne, kentli de kendi kabuğuna kapanırdı. Bugün ise, 300 milyar doları aşkın bir dış ticaret hacmi, milyonlarca kişinin tüketim kredisi kullandığı bir finansman piyasası, dış borsalara endekslenmiş bir piyasa, hizmet ve sanayi ağırlıklı bir toplum var.
Yani bugün "Ben iktidar olursam çalışanlara, emeklilere şöyle yapardım, akaryakıtın fiyatını düşürürdüm" diyerek seçim vaatleri seslendirenler, ya sırtlarında yumurta küfesi, ya da duvarlarında asılı ve 2015 yılını gösteren bir takvim olmadığı için böyle yapıyorlardır. İktidar olmanın sorumluluğunu bilenler ise, sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'a saldırarak siyaset mesleğini icra ettiklerini sanıyorlar.
Düşük riskli siyaset
Aslında dünün Türkiye'sinde "Askeri darbe ile devrilmek riski" dışında iktidar olmak şimdikine göre kolaydı. Ekonominin yönünü kararnameler, paranın yabancı paralar karşısındaki değerini de maliye bürokratları belirlerdi. İstihdam kamu ağırlıklıydı. Ekonomideki arz ve talebe, buğday üretimi ve resmi alım fiyatları yön verirdi. İthalat da, ihracat da, bankacılık da devletin ya tekelinde, ya da gözetimindeydi. Tarımsal ürünlere dayalı ihracat, petrol alımına yettiği zaman, bu herkesi tatmin ederdi. Şimdi sadece enerji sağlamak için 50 milyar dolar dolayında dış alım yapılıyor. Kentler doğalgazla ısınıyor artık...
Tablo değişti
"Soğuk Savaş" dünyasının bizim iç siyasetimize yansıması da bugünkünden farklıydı. İçerideki siyasi dalgalanmalar ülkenin Sovyet Bloku'na kayma ihtimalini işaret etmiyorsa, dışarıda fazla ilgi görmezdi. Seçimle iktidar olanlar rakiplerini hapse atabilir, askeri darbelerde de herkes hapse atılabilirdi.
Bugün bu tablo çok farklı. Belki Sovyetler Birliği'nin çöküşü ertesinde "Soğuk Savaş" sona erdiği için geçtik bu geri dönüşü olmayan noktayı, belki de daha önce "Özal reformları" ile ekonomi dünyaya açıldığı için geçtik... Gümrük Birliği'nin başladığı 1995'te de geçmiş olabiliriz geri dönüşü olmayan noktayı, Türkiye'nin AB ile üyelik müzakerelerinin başladığı 2005'te de geçmiş olabiliriz. Ya da belki Tayyip Erdoğan "açılım süreci"ni başlattığı gün bu nokta kesinlikle geçildi.
Hem gelenekçi hem değişimci
Kısacası bugünün siyaset erbabı seçmene "Size eski güzel günleri vaat ediyoruz" dedikleri ve söylemlerini bu çerçeveye yerleştirdikleri zaman, öncelikle bunların akıl sağlıklarını kontrol etmemiz gerekir. Çünkü değişimin getirdiği yeni gerçeği kavramaktan öteye, bu gerçeğe uyum göstermek de siyasetin, aklın ve çağın gereğidir.
Bilelim ki Türkiye'de yaşayan ve geleceklerini bu ülkede gören insanlar ne kadar geleneklerine ve inançlarına bağlıysalar, o kadar da değişimden yanalar. Ve "Yeni Türkiye"nin seçmeni kimlerin sorumluluğun gereklerini yerine getirdiklerini ve kimlerin kurusıkı attıklarını çok iyi görüyor... Bunu Türkler de, Kürtler de görüyor...