Türkiye ve ABD'nin son yıllarda bazı konularda farklı görüşlere ve tutumlara sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Türkiye-Rusya, Türkiye-Yunanistan ilişkileri, İsveç'in NATO üyeliği, Libya, Suriye ve hatta son zamanlarda Karabağ'daki durumlar iki ülkenin tam olarak örtüşen yaklaşımlara sahip olmadıkları konulardır. Bu uyuşmazlıkların neticeleri olarak Türkiye'ye F-16 satışı gibi bazı arızi hususların daha sorun haline gelebildiği görülmektedir.
Görüş ayrılıkları yaşanan konular arasında en ciddi olanı şüphesiz ki Suriye'nin kuzeyindeki durumdur. Türkiye için uzun yıllardır doğrudan bir ulusal güvenlik meselesi olan PKK, Suriye'deki savaş sürecinde YPG adı altında ülkenin kuzeyine yerleşme imkanı bulmuş, Türkiye için Kuzey Irak'a nispeten çok daha yakın bir tehdit oluşturur bir coğrafi konuma yerleşmiştir.
Türkiye, ulusal güvenliğine yönelmiş bu doğrudan tehdidi henüz bu aşamada iken önlemek ve bertaraf etmek için Suriye'nin kuzeyine dört büyük sınır ötesi operasyon yapmak ve bazı bölgeleri kontrol altına almak durumunda kalmıştır. BM Antlaşması'nın 51. maddesi ile bütün devletlere tanınmış olan meşru müdafaa hakkı temelinde gerçekleşen savunma maksatlı bu faaliyetlerin gerekliliği ve hukukiliği, Türkiye'ye karşı devam eden PKK-YPG saldırıları ile kendini açıkça göstermeye devam etmektedir. Nitekim geçtiğimiz 1 Ekim günü Ankara'da gerçekleştirilen terör saldırısı girişiminin faillerinin Suriye'nin kuzeyinden geldiğinin tespit edilmesi ve saldırıyı PKK'nın açıkça üstlenmesi en son örnekleri oluşturmuştur.
Türkiye açısından Suriye'nin kuzeyinde oluşan bu hassas durumlara rağmen NATO içerisinde 1952 yılından beri müttefik olan ABD, daha önce hiç yaşanmamış bir biçimde, Türkiye'ye yönelik terör faaliyetleri gerçekleştiren bir yapıya açıkça destek vermiş ve vermeye de devam etmektedir. ABD, özellikle DEAŞ'a karşı etkin mücadele gerekçesi ile YPG'ye eğitim verdiğini ve askeri teçhizat yardımında bulunduğunu belirtmektedir. Bu bağlamda, Suriye'de bulunan ABD güçlerinin sayısının 1500 civarında olduğu, El Tanıf Üssü'nün yanı sıra Haseke, Rakka, Deyrizor'da ve bölgenin diğer kesimlerinde askeri üslerinin bulunduğu belirtilmektedir.
PKK'nın 1 Ekim Ankara terör saldırısından hemen sonra Türkiye, meşru müdafaa hakkına dayanarak Suriye'nin kuzeyindeki YPG unsurlarına yönelik hava operasyonları başlatmıştır. Milli Savunma Bakanlığı, Perşembe gecesi Türk askeri hava saldırılarının Suriye'nin kuzeyindeki bir petrol kuyusu, bir depolama tesisi ve barınak dahil 30 PKK hedefini yok ettiğini ve birçok militanı "etkisiz hale getirdiğini" açıkladı.
Pentagon sözcüsü Tuğgeneral Pat Ryder, Perşembe sabahı Suriye'nin Haseke kentinde ABD birliklerine yaklaşık 1 kilometre uzaklıkta Türk insansız hava araçlarının hava saldırıları düzenlediğinin görüldüğünü söyledi. Birkaç saat sonra bir Türk İHA'sı ABD birliklerinin yarım kilometreden (0,3 mil) daha yakınına geldi ve tehdit olarak değerlendirilerek F-16 uçakları tarafından düşürüldü.
Pentagon yetkililerince 5 Ekim günü yapılan açıklamada Türkiye'ye ait olduğu söylenen bir silahlı insansız hava aracının (SİHA) bölgedeki ABD savaş uçaklarından birisi tarafından vurulduğu belirtildi. Milli Savunma Bakanlığı ise, vurulduğu söylenen SİHA'nın Türkiye'ye ait olmadığında yönelik bir açıklama yaptı.
Şayet doğru ise, bu durum, ABD'nin ilk kez bir NATO üyesi ülkenin hava aracını vurmasının örneğini oluşturmaktadır. Meselenin askeri ve siyasi boyutları bir yana, ABD'nin NATO üyesi bir ülkenin askeri aracını vurması, NATO antlaşması ve ayrıca uluslararası hukuk bağlamında nasıl değerlendirilmelidir? Ayrıca, Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyinde meşru müdafaa hakkı bağlamında hukuken meşru hakkını kullanma faaliyetleri yürütürken buna ABD'nin askeri karşılığı nasıl değerlendirilmelidir?
NATO Antlaşması, iki NATO müttefikinin birbirlerine saldırı düzenlemeleri durumunda ne olacağını açıkça düzenlememektedir. Ancak Antlaşma'nın 4. maddesi "Taraflardan herhangi biri, Taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm Taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır" hükmünü içermektedir. Bu hükmü biraz genişleterek yorumlar isek, ABD birliklerinin Suriye'de kendilerini bir Türk SİHA'sının tehdidi altında hissetmeleri durumunda yapmaları gereken şey Türkiye ile istişare etme yolunu seçmek olmalıdır. Dolayısı ile ABD'nin söz konusu olayda askeri karşılık yerine iletişimi seçmesi NATO Antlaşması'nın bir gereğidir.
Kaldı ki, Kuzey Suriye'de meşru bir faaliyet yürüten Türkiye'ye karşı silahlı bir güç kullanımı, BM Antlaşması'nın 2. maddesinin 4. paragrafındaki yasa dışı güç kullanmama ya da güç tehdidinde bulunmama ilkesinin de ihlali olacaktır.
Ancak, açıklandığı gibi vurulan bir Türk SİHA'sı ise, yine de bu olayın oluş biçimine ilişkin açıklamalar, esasen hasmane bir tutum takınılmadığına işaret etmektedir. Zira ABD tarafından ifade edildiği gibi, söz konusu SİHA, ABD'nin ara ara açıkladığı angajman kurallarına uyumsuz davranarak ABD unsurlarına aşırı yaklaşmış ve anlık bir tehdit algısına yol açmış olabilir. Türkiye tarafı da ara ara ABD güçlerine karşı özel bir kastın bulunmadığını beyan etmiş ve etmektedir.
Daha önceki yıllarda da NATO müttefikleri arasında buna benzeri askeri nitelikli olaylar olmuş, her defasında hem ikili hem de NATO içi iletişim mekanizmaları ile aşılmıştır. Nitekim 2019'da Suriye'nin kuzeyindeki ABD birliklerinin, Türk mevzilerinden yapılan topçu ateşi altında kaldığı ifade edilmiş ve mesele diyalog yolu ile aşılmıştır.
Yapılan açıklamalar bu yönde bir gidişat olacağını da göstermektedir. Öncelikle, Milli Savuna Bakanlığı'ndan yapılan açıklamada Bakan Yaşar Güler ile ABD Savunma Bakanı Lloyd James Austin bir telefon görüşmesi yapmışlar ve bu görüşme ile ilgili "bölgede icra edilen faaliyetlerde ABD ve Türk unsurlarının yakın koordinasyonunun önemini vurgulamışlardır" açıklaması yapılmıştır. ABD Genelkurmay Başkanlığı Basın Sekreteri Patrick S. Ryder de, "Her iki Bakan da bölgede yürütülen faaliyetlerde ABD ve Türk unsurlarının yakın koordinasyonunun önemini vurguladı" eklinde açıklama yapmıştır.
Bu noktada önemli olan bundan sonra angajman kurallarının iyi tespit edilmesi olacaktır. ABD ordusundan yapılan açıklamada, ABD Genelkurmay Başkanı General Charles Q. Brown'un Türk mevkidaşı ile görüştüğü ve "Suriye'deki personelimizin güvenliğini sağlamak için ortak çatışmasızlık protokollerini takip etme ihtiyacını" görüştüğü belirtilmiştir. Bu açıklamalar, hem mevcut meseleyi aşmada hem de gelecekte benzeri sorunların yaşanmamasında iki tarafında istekli olduğunu göstermektedir.