KEREM ALKİN

‘Süper Güçler’ gerçekten süper güç mü?

Malum, uluslararası ekonomi-politik sistem üzerinde geniş kapsamlı etkisi olan ülkeleri, sahip oldukları küresel ölçekteki siyasi, ekonomik ve/veya askeri güçleri itibariyle 'süper güç' olarak adlandırmaktayız. Ancak, bir ülkenin 'süper güç' olarak adlandırılması, her şeyden önce o ülkenin belirli kritik zamanlarda dünya için 'hayırhah' işler yapmasını gerektirir. Bu nedenle, Avrupa Birliği'nin temel değerler noktasında, bilhassa 1960'ların sonlarından itibaren ortaya koyduğu çabayı, zaman zaman içine düştükleri 'çifte standart' sorununa rağmen, 'önyargılı' tutumlara rağmen, örnek olarak ortaya koyabiliriz. Bununla birlikte, Avrupa Birliği'nin son 20 yılda siyasi istikrar ve askeri güç boyutunda sürüklendiği zafiyet, inişli çıkışlı gündemi, AB'yi 'birinci derecede süper güç' olmaktan epeyce uzaklaştırmış durumda. "ABD, Rusya ve Çin'in son 20 yılda ortaya koydukları performans ise, söz konusu üç güç merkezini 'süper güç' yapmaktan çok, 'küresel feodal' konumuna oturtmakta."
Gerekçesi net: her üç ülkenin dünya ölçeğinde ve/veya bölge ölçeğinde sebep oldukları rahatsızlık, tahribat ve zarar, insani kodlar ve evrensel değerler açısından sahip oldukları sicil, bu ülkeleri 'süper güç' olmaktan çok, istediği sonucu elde etmek için her türlü tehdidi ve operasyonu mubah gören birer 'küresel feodal'a dönüştürmüş durumda. ABD, Rusya ve Çin'in tüm küresel sisteme yükledikleri belirsizlikler o kadar ciddi bir boyut kazanmış durumda ki, artık bildiğimizden fazlasını bilmediğimiz, idrak ettiğimizden fazlasını idrak edemediğimiz bir 'belirsizlik çağı'na dibine kadar gömülmüş durumdayız. Oysa, 21. Yüzyıl'a girerken, dünyanın önde gelen düşünce kuruluşları yeni bir 'akıl çağı'nın başladığını iddia ediyorlardı. Bugün ise, 1. Soğuk Savaş döneminde dahi görmediğimiz ölçüde ülkelerin birbirlerini işgal etmekle, nükleer bir savaş çıkarmakla, 'feodal düzenleri'ne karşı çıkan, itiraz eden ülkeleri ekonomilerini çökertmekle tehdit ettikleri, 'deliliğin', 'akıl tutulması'nın artık uluslararası ortamı ele geçirmiş olduğu bir tablonun tam ortasındayız.
Uluslararası temel ilke ve kuralları hiçe sayan bu derece ürkütücü bir 'küresel feodalizm' döneminin tüm uluslararası sisteme hakim olduğu bir ortamda, 2. Dünya Savaşı sonrası kurulmuş olan küresel düzenin temel yaklaşımlarıyla, uluslararası sistemin bilenen aktörlerince son 150 yılda kabul görmüş geçmişteki uluslararası ekonomi-politik sistem veya modele asla benzemeyen bir tuhaf ortamın içindeyiz. Üstelik, giderek güç kazanan bu 'küresel feodalizm'i besleyen en büyük tehlike ise 'teknolojik ve dijital oligarşi'. Gerek G20, gerekse de Küresel Güney ülkeleri içinde yer alan bir grup yükselen ekonomi ise bu boyutta bir 'akıl tutulması' ve 'yoğunlaştırılmış kötülük' ekosisteminin tüm dünyayı bir 3. Dünya Savaşı'na sürükleyip sürüklemediğini sorgulamaktalar. Türkiye olarak, bölgesel ve küresel ölçekte, barış, istikrar ve insanlık adına tüm samimi, kararlı, inançlı, sorumlu mücadelesini yüreğiyle ortaya koyan, geniş coğrafyalarda büyük bir sevgi ve hayranlık uyandıran bir ülke için tarihin en zor sınamalarından birisinden söz ediyoruz. Çünkü, 'küresel feodalizm'i temsil eden güç merkezleri öyle bir noktaya gelmiş durumdalar ki, 'derin müttefiklik' anlayışı içerisinde sadece 'biat' istiyorlar. Hiçbir konuda kendilerine itiraz edilmesine, temel değerlerin hatırlatılmasına tahammülleri yok.
Başkan Trump'ın ikinci dönemini böyle bir küresel ortamda dikkatlice analiz etmemiz gerekiyor. BM'nin 17 sürdürülebilir kalkınma amacı için (SKA) veya küresel iklim krizi ile kolektif mücadelede, uluslararası çok taraflı teşkilatlar için, ekonomik ve siyasi parçalanmanın daha da derinleşeceği önümüzdeki dönemde, ülkeleri birlikte hareket etmeye, çaba sarf etmeye ikna etmek çok daha zor olacak. ABD'nin 100 yıl önce hız verdiği ve 80 yıl önce ilan ettiği küresel sisteme tam hakimiyet ideolojisi 'Titanik' gibi pek çok yerinden su alırken, bu tablo ABD'yi daha da hırçın hale getirir iken, ABD'nin samimiyetle kendi içine dönüp, son 80 yıldır, Orta Doğu, Asya ve Latin Amerika'da sebep olduğu onca yıkımı, onca trajediyi gözden geçirip, küresel ölçekte daha 'hayırhah', daha yapıcı bir tutum sergilemeye geçmesi, bugünkü koşullarda tümüyle hayal. ABD'nin son 10 yıldır giderek dozajı artan hırçın tavrını tek dengeleyebilecek aktör olan Avrupa Birliği ise, aynı 10 yılı zihinsel sıkışmaları ve 'çifte standart' uygulamaları nedeniyle itibar erimesiyle geçirdiğinden, 'küresel feodalizm'in yükselişini durdurarak, dünyayı yeniden 'akıl çağı' rotasına döndürebilecek tek imkan Türkiye'nin de içinde yer aldığı 4-5 yükselen ekonomiye kalmış gözüküyor.

Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz

Kerem Alkin | 'Süper Güçler' gerçekten süper güç mü?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA