Unutmak isteyen unutuyor…
Ve onların sayısı pek çok…
Tek bir alana bakalım…
Sivil-asker ilişkileri alanına…
Yeter de artar bile…
Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısının sivilleşmesi zımni özerkliğinin kaldırılarak iştişari bir kurula dönüştürülmesi… Devletin askeri olmayan yapıları ve yargı içindeki asker varlığının sona erdirilmesi… Ordu malları ve harcamaları itibariyle idari ve mali denetime kapı açan değişiklikler… Askeri bünyenin ve eylemlerin sivil yargı denetime kapalı olması haline son verilmesi, buna paralel olarak askeri yargı alanının daraltılması… 28 Şubat EMASYA'sının kaldırılması… İç güvenlik alanının yeniden sivilleştirilmesi… Yüksek Askeri Şura'da tayin ve terfilerde askerin teammül gerekçesiyle bağımsız davranma eğiliminin yerini siyasi iktidar tam denetimine bırakması…
Bunların her biri son 10 yıl içinde birbirini takip eden adımlar oldular…
Peki bu tablo neye işaret eder?
Askeri otoritenin sivil otoriteye bağlılığına askeri bünyenin devlet içindeki özerk konumunun iyice sınırlanmasına, siyasi normalleşmeye, laik düzenin demokratikleşmesine, daha pek çok şeye…
Sivil demokratik düzenin tesisi için bu istikamet tek başına hiç bir şekilde "yeterli" olmamakla birlikte, bir olmazsa olmaz durumu ya da mutlak "gerekli" bir koşuldur. Sivilleşme tek başına demokrasiyi tanımlamaz, ama sivilleşme olmadan demokrasi kapısından içeriye girilmez.
Anlamı budur?
Elbette, Türkiye'nin vesayet düzeniyle ilgili atması gereken pek çok adım vardır. Askeri alan, eylem, mal ve harcamaların denetlenmesi işini konusunda Türkiye uluslararası stardartların çok gerisindedir. Hala Yüksek Askeri İdare Mahkemesi, devleti ortasından ikiye ayıran askeri danıştay kurumunu muhafaza etmektedir. Hala Jandarma meselesinde fiili sivil denetim sağlanmış değildir.
Bunlar bir yana gelinen nokta ve son gelişmelerin sıcak siyasi tartışma ve gerginlikler tarafından gölgelenmesi de hakkaniyetli bir durum değildir.
Askeri ve kemalist Kemalist tahkir, kibir ve hegemonya dönemi ve düzenini çabuk unutuyoruz.
O düzeni anımsatan, simgeleyen olay, durum, gelişme sayısı sonsuzdur.
Biz bir zihniyet örneği verelim.
2013 yılında ilk kez 30 Ağustos Zafer Bayramı, , simgesel olarak bir dönüşüm yaşamıştı.
İlk kez bir Cumhurbaşkanı Başkomutan sıfatıyla törenlere katılmış, tebrikleri Genelkurmay Başkanı yerine kabul etmişti. Asıl önemlisi sivil "başkomutan" kutlamalarda tesettürlü eşiyle yer almıştı.
Küçük bir devrim…
Buunun karşısında sözünü ettiğimiz zihniyet bakın neler kusuyordu
"30 Ağustos resepsiyonu. At gözlüğüne benzer türban. İki kaş, iki göz, bir burun ve ağzı açık. Bir de eli. İlla ki baştan aşağı örtülü başkumandan (Cumhurbaşkanı) eşi Hayrunnisa Hanım'ın elini sıkarken, önünde baştan aşağı kapalı siyahlar giymiş, şişmanlıktan adeta yuvarlanarak yürüyen eşi Emine Hanım; John Kerry ile bir zamanlar dostu olan Obama'nın açıklamalarına aklı takılı..."
Yazan Arcayürek…
Temsile ettiği tahkir ve haraket düzeni, tahakküm düzeni, militant-militarist gasp düzeni…
Türkiye'nin tüm diğer sıkıntılara rağmen uzaklaşmaya çalıştığı işte budur.
Geçen 10 yılı unutanlar bunu da unutmuşa benziyorlar.
Unuttukları başka bir şey daha var:
Bu dil, bu tutum Türkiye'de muhalif olmanın, muhalefetin ana unsuru nu oluşturmaya devam ettikçe, sınıfsal tepki karşısında başka bir sınıfsal tepki bulmaya devam edecektir…
Türkiye'de demokrasinin özü de bundan oluşacaktır…
Son dönemlerde demokratlık konusunda ahkam kesenlere bunları bir kez daha hatırlatmakta fayda var.