Bir ülkede siyaset, gelişmeler ve istikrarın alacağı şekil o ülkedeki siyasi aktörler, bu aktörlerin ilişkileri ve stratejileriyle yakından ilgilidir.
Türkiye'ye bu açıdan bakınca karşımıza dört siyasi aktör çıkıyor.
Sıralayalım.
1. Toplumsal tabanı ve siyasi gücüyle AK Parti,
2. Kürt meselesinin çapı ve belirlemeye kabiliyeti üzerinden PKK ve Öcalan.
3. Devlet içi gücü, etkinliği ve talepleri ile Gülen cemaati.
4. Ulusalcı gruplar ve asker dahil eski rejim oyuncuları…
Bu dört aktörden ikisinin KCK gibi ya da enformel bir doku gibi yasal sınırları zorlayan kimi yapılanmalara tekabül ettiği dikkate alınırsa, daha başlangıç noktasında, şeffaflık ve "demokrasi oyunu" açısından sorunlu bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkar.
Bu aktörler arası her tartışma gündemi şekillendiriyor.
Cemaat-hükümet gerginliği malum.
Bu gerginlik sadece çatışan iki aktörün arasındaki değil, dört aktör arasındaki tüm dengeleri etkiliyor.
Örneğin bugün itibariyle bakıldığında laikçi hassasiyetler üzerinden siyaset yapan CHP'nin cemaatle yakınlık araması, teması, garip görünse de bir veri. Son 10 yılda atılan her bir değişim adımına karşı olan ve sürekli kaybeden duruma düşen kesim ve grupların da bu siyasi dairede kendisine yer araması da öyle.
Öte yanda çözüm sürecine umudunu henüz yitirmemiş, bunun için AK Parti'ye ve siyasi istikrara ihtiyacı olan, ayrıca cemaatle tarihsel çatışmaları bulunan Kürt hareketi, şu dönemde siyasi iktidarın arkasındaki en büyük destek haline gelmiş görünüyor...
Ancak işin özünü şüphe yok cemaat ile hükümet arasındaki gerginlik ve çatışma oluşturuyor.
Cemaat ele geçirdiği devlet yetkileri üzerinden her hamlesiyle hükümeti hedeflerken, hükümet savunma refleksiyle o yetkileri kendi uhdesine topluyor, bunu yaptıkça çatışmadan kayraklanan kriz bir tür demokrasi krizine dönüşüyor.
Siyaseten ortada yeni Türkiye'nin yeni dinamikleri etrafında yaşanan bir durum var. Cemaatin işaret ettiği gibi yeni bir siyasi varoluş türü ve yeni bir siyasi farklılaşma biçimi bu…
İslami kesim arasında yaşanan bu ayrışma hali ne tür sonuçlar verecek, bu soru önemli. Zira tüm aktörlerin konumu etkileyebilecek unsurlar taşıyor.
Cemaatin hatırı sayılır bir tabanı var. Ancak şu da açık: AK Parti seçmeni olmak ile cemaate yakın durmak arasında tabanda pek net çizgiler yok. Ve cemaat ile hükümetin doğal yakınlığı, sosyal türdeşliği seçmeni bugüne kadar ikisi arasında bir tercih yapmaya itmedi.
Süregiden kavganın bugün, ister yukarıdan talep gelsin, ister taban kendi karar versin, böyle bir tercihi tahrik edeceğini varsaymak yanlış olmaz.
Bu durumda şu söylenebilir:
İlk seçimlerde her iki taraf da 'çıplak' olarak siyasi tartıya çıkacaklar.
Malum, AK Parti'nin 2002-2011 dönemi zımni bir ittifak üzerine oturuyordu. 'Liberal sol, sağ ve demokrat çevreler' ve 'Gülen cemaati' bu ittifakın iki önemli parçasıydı. 2009 sonrası KCK operasyonlarıyla başlayan 2013 Gezi olaylarıyla devam eden süreç ilk parçayı, liberal ve demokrat kesimi önemli ölçüde AK Parti'den kopardı.
Şubat 2012'de MİT hadisesiyle açığa çıkan ve bugün dershaneler tartışmasıyla doruğa varan kriz de, çatışma araçlarının düşüklüğü ve yol açtığı sarsıntıyla çatlayan bir işbirliğini iyice sona erdirdi. İttifakın ikinci parçası da böyle koptu.
Şimdi AK Parti kendi başına sahnede olacak...
Elbet cemaat de…
Mart seçimleri sahada aktörleri ve stratejilerini etkiyecek, kendi çapını aşan bir önem taşıyor...