İç siyasi gelişme ve tartışmaları, buradan doğan kutuplaşmaları bir an için bir kenara itelim. Geniş açılı bir siyasi mercek kullanalım.
Ülke olarak neredeyiz? Nereden nereye geldik?
Bu soruların yanıtı üç alana bakmayı gerektiriyor.
İlki siyasi ve sosyolojik zemin ve istikrar boyutu da dahil olmak üzere ülkenin demokrasi performansıyla ilgili. İkincisi ekonomik, üçüncüsü ise dış politik performansla ilişkili.
Ekonomik olarak Türkiye'nin krizlere görece dirençli ve büyüyen bir ülke olduğu teslim edilen bir gerçek. Uluslararası piyasalardaki dalgalanmalar, ülkeye sıcak para akışını etkileyen FED kararlarının yarattığı sarsıntılar dışında, ekonomik dokunun, siyasi istikrarın da katkısıyla, gücünü koruduğunu söylemek yerinde olur. Bugün Türkiye'nin ekonomik büyüklük ve etkinlik açısından dünyanın 17. ülkesi olduğunu unutmamak gerekir.
Dış politika özellikle Türkiye için her zaman çok aktörlü bir alan ve oynak zemine dayalı bir konu olmuştur. Buna rağmen ülkenin dış politika performansı bir düzey değişimine işaret eden çapta ve olumlu niteliktedir.
Türkiye'nin son 10 yıllık dış politika performansı, kısaca edilgin bir konumdan etkin bir konuma geçiş, en azından etkin bir konum arayışına dayalı politik sıçrama çerçevesinde tanımlanabilir.
Türkiye son yıllarda artan oranda Ortadoğu politikalarına ağırlık vermiştir. AK Parti'nin Ortadoğu sorunları (Filistin, Kürt meselesi, vs) ve Arap Baharı çerçevesinde, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana görülmemiş bir etkinlikle bu alana müdahil olduğu çıplak bir gerçektir.
Bu politik eğilimin artıları ve eksileri olmuştur. Bu artıları ve eksileri belirleyen sadece Türkiye'nin tutumu ve politik girişimleri değil, aynı zamanda bölgedeki dinamizm, dengeler, çatışmalar, paradokslardır.
Nitekim Arap Baharı eski rejimleri yıkarak, demokrasi arayışı çerçevesinde ilerlerken Türkiye'nin etkinliği, Türk modeli vurgusu, "kurucu" ve "yeni" bir çerçeve olarak görülüyordu. Arap dünyasındaki kuvvetli Tayyip Erdoğan imajı, Batı'nın Türk etkinliğine verdiği güçlü anlam bunun doğal ve doğrudan uzantısıydı.
Buna karşın Mısır'da darbeyle gelen ters yüz oluş, Tunus'taki sıkıntılar, Suriye'nin bir batak haline dönmesi, Ortadoğu'da İslam-siyaset temasının çok parçalı ve çatışmalı hale gelmesi, hızla Türkiye'nin etkiliğiyle ilgili bir düşüşe yol açtı.
"İstikrar, büyüme, İslam ve demokrasi dörtlüsü içeren" Türk modeli parantezi daraldı. Mısır konusunda Batı ile yaşanan ayrışma, Türkiye'nin Batı'ya karşı bir süre bayrak açması, İslami vurgu, Suriye rejiminin ayak diremesi ve Türkiye'nin bu alanda aradığı etkinliği bulamaması bu düşüşü besledi.
Bugün Türkiye bölgedeki bu denge değişimine ayak uydurmaya çalışıyor. Bir dönem dış politikadan gelen etkinlik ve üstün imaj bugün aynı güçte değil, ancak tümüyle yerle bir olmuş, yok olmuş durumda da değil. Durum, imaj olarak zirveden orta seviyeye doğru doğru iniş hali olarak tanımlanabilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye'nin 2002 sonrası başka bir kategoriye çıktığını, dönemler arası karşılaştırmalı performansının tartışılmaz derecede üstün olduğunu teslim etmek gerekir.
Gelelim üçüncü alana demokrasi performansına…
Türkiye'ye bugün içte ve dışta yöneltilen en büyük eleştiri bu performansın kabul edilebir seviyenin altına inmesidir.
2002-2010 arası, 8 yıl boyunca Türkiye hem Kopenhag kriterleri üzerinden, hem Kürt meselesi, başörtüsü yasağı gibi sorunları çözmeye yönelik demokratik arayışlar üzerinden "model" bir dönem geçirdi. İslam-demokrasi ilişkilerinin bu çerçevede aldığı istikamet Türkiye modeli fikrini en çok besleyen husus oldu. Bu dönem ana hatlarıyla eski rejimin, eski dengelerin, eski kurumların yıkıldığı, tek tek elden geçirildiği bir evreydi. Askeri vesayet, dar özgürlükler alanı, kemalist bürokrasinin eğitim ve yargı tahakkümü, demokrasiden azade laiklik anlayışı el atılan, yıkılmaya çalışılan eski temeller oldular. Darbe girişimlerinin ve derin devlet dokularının adliyeye sevki, bu çerçevede yasal korunaklı alanların yıkılması, bu dönemin diğer taşıyıcılarıydı.
2010 sonrası ikinci dönem başladı. Artık eski rejim önemli ölçüde yıkılmıştı. Devlet alanı siyasi iktidarın ve sivil gücün kontrolü altındaydı. En önemlisi Türkiye yeni rejimini inşaa etme aşamasındaydı ve karşısında iki soru vardı:
-Yeni rejim nasıl, kimlerin katkısıyla kimler tarafından kurulacaktı? Buna bağlı olarak eski rejimin yıkımına katılan güçler, cemaat, AK Parti ve liberal kesim arasındaki siyasi yeni denge nasıl sağlanacaktı?
- Muhalif ve konumdan hakim konuma geçen, artık devlet gücünü kontrol eden siyasi iktidar ataerkil siyaset anlayışını, siyaset dışındaki alanlara özerklik fikrine kapalı duruşunu yeni rejim kurumu sırasında ne kadar değiştirecekti?
Bu iki soru, iki soruna dönüştü ve ülke açısından "demokratik açık verme" dönemini başlattı.
Uzlaşma, katılım, paylaşma ve bunlar çerçevesinde değişme yeteneği sınırlı dokuda aktörler arasındaki ilişki hızla bir çatışma ilişkisine döndü.
Cemaat-hükümet arasındaki kavga, cemaatin darbe hamlesiyle bir pay ve iktidar kavgası görünümü alırken, liberal-seküler kesim ile AK Parti arasındaki ayrışma bir değer sistemi gerginliğini devreye soktu. Seküler, dindar ya da muhafazakar değerler arasında toplumsal alandaki doğal temas hali, ne yazık ki siyasi alana yansımadı. Tersine siyaset toplumu kendi içine hapsetmeye yöneldi. Siyasi iktidar bu çerçevede kimlikçi nitelik taşıyan politikaları kamusal alana yansıttıkça, bu konudaki hakim ve ataerkil söyleminin dozunu arttırdıkça, karşısında kamusal alan merkezli bir seküler bir itiraz siyasallaşmasını buldu. Bu siyasallaşma karşında aldığı sert tutum, kullandığı ve kendisini özdeş kıldığı devlet gücü, AK Parti'nin özgürlükçü imajında büyük gediğe yol açtı ve bu konudaki model üstünlüğünü yitirmesiyle sonuçlandı.
Bunlar demokrasi karnesinin ilk düşük notları oldular.
Ama gelişmeler bununla sınırlı kalmadı.
Cemaat- iktidar kavgası demokrasi açısından iki zaafiyeti ya da geri gidişi devreye soktu. Cemaatin bazı yargı ve emniyet birimlerini kendi stratejisi etrafında kontrol etmesi, demokrasiyi kökten kuşatan bir virüs görüntüsüyle açığa çıktı ve yargının bir tür çöküşüne işaret etti. Buna karşılık, siyasi iktidarın aldığı önlemler yargıya müdahale şeklinde oldukça, kuvvetler ayrımı ilkesi baltalanmaya başladı.
Bu gelişmeler Türkiye ve AK Parti'yle ilgili algı ve imaj örselenmesinin ana unsurları oldular.
Yeni rejimi inşaa döneminin demokrasi karnesi kırık, buna şüphe yok.
Ortada çok yönlü bir kriz var. Katılım krizi, devlet krizi ve siyaset krizi…
Bunları aşabilecek miyiz
Zaman gösterecek…
Ancak siyasi iktidara büyük iş düştüğü de ortada…