Kabul etmek gerekir ki, kuvvetli bir dönemden, çarpıcı bir süreçten çıktık. Değişimle birlikte, demokratikleşme ve büyüme eğrisinin durmaksızın yükseldiği 10 yıllık bir dilim.
Bunu mümkün kılan pek çok çeşitli faktör oldu, şüphe yok.
Bunlardan birisi Türkiye'nin modernleşme sürecinde yaşadığı yeni bir safhaydı. Toplumun çevresinden gelen aktörlerin iktidara geldiği bir safha.
Bu safhada değiştirici unsur ise iktidar kavgaları oldu.
Yeni gelenler için, yeni iktidar için siyasi alanı denetlemek sadece oradaki aktörlerin geri itilmesiyle değil, bu alanının değişmesiyle mümkündü ve öyle oldu.
Türkiye'nin bu öyküsü bu çerçevede bakıldığında aynı zamanda AK Parti'nin öyküsüdür.
Toplumun belli bir kesimden gelip, adım adım diğer kesimlere temas eden, verdiği iktidar mücadelesiyle devletin ana dokusunu değiştiren, 12 yıl boyunca toplumsal destek olarak sürekli büyüyen bir doku.
Ne var ki her değişim, tüm siyasal ve sosyal mekanizmalar gibi aksaklıklar, fazlalıklar, sorunlar, inişler ve çıkışlar içerir.
Nitekim AK Parti ve taşıdığı değişim süreci de aynı kurallara tabi oldu.
İktidarın merkezileşmesi, iktidar yoğunlaşması ve aşırı lider vurgusu bunlar arasında yer alıyor.
Sistem üzerindeki devlet tahakkümünün yerine geçen siyasetin tahakkümü de bunlardan bir başkası, belki de en önemlisi. Eski rejimin siyaseti kuşatan özerk iktidar odaklarını devre dışı bırakmaya çalışan yeni siyasi merkez, her kurumu ve işlevi kendisine tabi kılan, kültürel ve toplumsal alanda bile özerklik fikrine tahammül edemeyen bir istikamette ilerledi. RTÜK- TİB- BBDK gibi bağımsız idari kurumlardan basına uzanan siyasete, siyasi iktidara tabi olma hali yaşadığımız, sıkça otoriterleşme, partizanlaşma olarak tanımladığımız yeni sorunların başında geliyor.
Bugün öyle bir noktadayız ki, değişimin aksaklıklarının, yeni dengelerinin ürettiği bir demokrasi örselenmesiyle karşı karşıyayız.
Kriz bu nedenle son dönemlerde en çok telafuz ettiğimiz sözcük.
Bu dengede nereye doğru ilerleyeceğiz?
Mesele budur.
Türkiye cemaat sorununu çözer, kurumsal dengelerini de yerli yerine oturtur.
Asıl mesele taşıyıcı gücün AK Parti'nin izleyeceği yoldur.
Şunu unutmamak gerek:
Türkiye'de demokratik siyasi rekabet hemen hiç olmamıştır. Çoğulcu sistem içinde genel olarak tek bir siyasi partinin hakim olduğu istikrar dönemleri ile bu hakim partinin yorulmaya ve küçülmeye başladığı istikararsızlık dönemleri birbirini takip etmiştir.
DP'nin öyküsü darbeye kadar böyledir. AP'ninki böyledir. ANAP'ın keza…
O zaman gerçek soru şudur:
AK Parti değişimi taşıma işlevine devam edecek, büyüme, demokrasi, güven üçlüsü yeniden tesis mi edilecektir? Yoksa AK Parti örselenme, küçülme sürecine doğru mu ilermektedir?
Eğer dönmeye başlayan ikinci çark ise, Türkiye'nin kendisini 5-6 yıllık bir sarsıntıya, istikrar açısından zemin kabına, demokratik erozyona, krizler serisine hazırlaması gerekir. Her zaman olduğu gibi bu küçülme ve örselenme içinden yeni bir taşıyıcı ortaya çıkana kadar…
Dönen ilk çarksa, o zaman açıktır ki, AK Parti'nin seçimler sonrası demokratik sıçrama yapması, kendisini ve Türkiye'yi bu çerçevede yeni hedeflerle yeniden tanımlaması şarttır.
Ülke için umalım dönen bu çark olsun…