Muhafazakar kesimde şöyle bir kanaat var:
"Şu anda hükümet ile cemaat arasında ağır bir çatışma yaşanıyor. Hükümetin çıkardığı yasalar anti demokratik olmakla birlikte bu çerçevede kaçınılmazdır. Demokratik olan her zaman olduğu gibi seçimlere endekslidir. Mart seçimleri bu açıdan, mevcut çatışma ve AK Parti'nin kullandığı yöntemler açısından bir referendum seçimleri olacaktır."
Kısmen doğru bu kanaat…
Ama kısmen yanlış.
Zira fotoğrafın sadece bir bölümünü gösteriyor.
Türkiye'de sandığa yansıyacak tek gerginlik cemaat-AK Parti gerginliği değildir. Demokrasinin tek sınama noktası sandık değildir. AK Parti'den kaçacak liberal, sol, sol demokrat oylar cemaata yapısal destek oyları da olmayacaktır.
Türkiye'de başka bir siyasi ayrışma ve tartışma daha var.
AK Parti'nin siyaset tarzı ve hegemonyasından kaynaklanan, Gezi olaylarıyla doruğa çıkan bir ayrışma bu. Üstelik cemaat hükümet kavgasından tersten besleniyor. HSYK, İnternet yasası gibi demokrasiyi zorlanan; MİT yasası gibi idareyi hükümran kılan öneriler ve tedbirler geldikçe güçleniyor. Başbakanın Gezi olayları yorumundan, Gezi'yi cemaat kalkışmasıyla eşitlemesinden kaynaklanan bir meydan okuma yaşıyor.
Seçimler aynı zamanda bu ayrışmayı da içerecek…
Şunu da söylemek gerek, bu ayrışma tabiatı itibariyle seçimlere dayanıklı bir nitelik taşımaktadır. AK Parti'nin oyu ne olursa olsun, bu noktadaki talep, itiraz ve farklılaşma bir çırpıda bitmeyecektir.
Muhazakar kesimdeki kanaatin ikinci bir sorunu daha var.
Yargı içinde yapılanmış cemaat dokusunu temizlemek, hakim ve yargıçları bu istikamette değiştirmek için yürütmenin yargı üzerindeki hakimiyet hamlesi sorunu ancak kısa bir süre için çözer.
Ama başka iki tür sorun üretir.
Birincisi idare ve yürütmenin yargı üzerindeki kalıcı hükümranlığa yol açar. Bu durumun demokrasi ilkeleri ile likayat üzerine çalışması gereken yargı mekanizması açısından ciddi sorun oluşturacağı açıktır.
İkincisi giden hakim ve savcıların yerine, iktidarın hakim ve savcıları gelir. Bu tür tedbirler sakadata bağlı, cemaatçi anlayışı, yani ana sorunu ancak besler ve derinleşir.
Peki nasıl bakmalı; muhafazakar kesim ve iktidar ne yapmalı?
Önce iki ayrı çatışma ve sorun olduğunu görmek ve teslim etmek gerekiyor.
İlk sorunu yani cemaat meselesini tüm topluma anlatmak ve mal etmek siyasi iktidarın ana meselesi olmalıdır.
Bu yapıldığı oranda sorunun üzerine demokratik yöntemlerle gidilebilir. Demokrasi söylemi ve yargı bağımsızlığı ilkesi cemaatin aracı olmaktan çıkarılır.
Sorunu topluma anlatmak yanında tüm siyasi aktörleri alınacak tedbirlere ortak etme politikaları izlenmelidir.
Bu çerçevede Cumhurbaşkanı Gül'ün devreye gireceği bir plan hazırlanıp, demokratik bir eylem planı meclise sunulabilir.
Seçimlere kadar böyle bir gelişme olmayacağı açıktır.
Ancak seçimler sonrası tek çıkış bu yoldur.
Bunun sadece siyasi iktidar tarafından değil, ona yakın kamuoyu tarafından da görülmesi ve zorlanması gerekir.
Aksi halde, AK Parti'nin kaybı ve inişi bu koşullarda Türkiye'nin kaybına dönüşür.
Bu krizden cemaatçi dokuyu aşmak için sonuçlar çıkaramazsa, Türkiye hem bir fırsatı heba eder, hem geldiğini yerde dönmeye devam eder..