İstisnasız her demokraside seçimler, kaçınılmaz olarak bir süreliğine belirsizlik ortamı oluşturur. Yeni dönemde ülkeyi kimin yöneteceği, kabinenin nasıl şekilleneceği, ekonomik önceliklerin neler olacağı ve hangi politikalarla yola çıkılacağı gündemi meşgul eder. Meclis seçiminin ardından Cumhurbaşkanlığı seçimi de netlik kazanıyor. Haftaya bu soruların çoğunun cevabını almış olacağız. Siyasi belirsizliğin sona ermesiyle birlikte, Türkiye ekonomisi, istikrar ve refah umuduyla kritik bir beş yıllık döneme başlayacak.
Bu köşede birçok kez küresel ölçekte yaşanmakta olan büyük değişimleri anlatmaya çalıştım: Küreselleşme şekil değiştiriyor, tedarik zincirlerinin rotası farklılaşıyor, yeni nesil teknolojiler yükseliyor, jeopolitik olayların iktisadi kararları etkileme gücü artıyor... Paradigma değişimini tetikleyen böylesi gelişmeler, Türkiye gibi gelişen ülkeler için belli riskler barındırdığı gibi aynı zamanda büyük fırsatlar ortaya koyar.
TERZİ İŞİ DOKUNUŞ
Türkiye'nin bu kritik süreçten iktisadi olarak güçlenerek çıkabilmesi için öncelikle makro ekonomik istikrarı yeniden tesis etmeliyiz. Bu bağlamda, en önemli meselemiz, enflasyonu düşürmek olmalı. Para politikasının tüm inceliklerini icra etmek, enflasyonla mücadele için gerekli bir koşul. Bunun yapılması lazım. Ama bunun yeterli bir koşul olmadığını da aklımızdan çıkarmayalım. Fed eski başkanı Ben Bernanke ve IMF eski başekonomisti Olivier Blanchard'ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan makalelerinde de altı çizildiği üzere, salgın sonrası ortaya çıkan enflasyon hem çok kaynaklı hem de oldukça karmaşık. Yani sadece para politikası araçları ile enflasyonu hedefine yaklaştırmak kolay değil. Hele bizim gibi gelişen ekonomilerde bu mümkün değil. Dolayısıyla, para politikası araçlarının yanı sıra tarım ve sanayi politikalarından rekabet düzenlemelerine kadar bir dizi mikro ve makro reforma ihtiyacımız olacak.
İstikrarın bir diğer ayağı finans tarafında. Salgın, Rusya-Ukrayna savaşı, deprem ve seçim gibi birçok faktörün de etkisiyle son yıllarda finansal istikrarı yönetebilmek için çok sayıda makro ihtiyati tedbir devreye sokuldu. Ekonominin dışında cereyan eden yerel ve küresel koşulların normale dönmesiyle birlikte bu makro ihtiyati tedbirlerin de normalleşmesi beklenir. Ama bunun bir anda olmasını beklemek gerçekçi değil. Terzi işi bir çalışmayla zamana yayarak normalleşme sağlanmalı. Öngörülebilirliğin artması, finansal piyasalardaki oynaklığın azalmasını beraberinde getirir.
TEKNOLOJİDE ÜST LİGE
Makro istikrar, ekonominin kısa vadeli seyriyle ilgilidir. Gelir dağılımı ise ekonomik kalkınmanın sosyal boyutunu temsil eder. Tabi işin bir de uzun vadeli gelişim süreci var. Burada odak noktamız teknoloji olmalı. Önümüzdeki beş yıllık dönemde, Türkiye'nin orta gelir tuzağından çıkması ve sonrasında yüksek gelirli ülkeler liginde kalıcı olabilmesi için, orta-yüksek ve yüksek teknolojili ürün gruplarının üretim ve ihracat içindeki paylarını artırmalıyız.Türkiye son yıllarda savunma sanayi, sağlık, otomotiv ve enerji gibi kritik sektörlerde önemli atılımlara imza attı. Öncelikle buradaki ivmelenmeyi korumalıyız. Ama bizim için bu da yeterli olmamalı. Bu gibi sektörlerde teknoloji merdiveninin daha üst basamaklarını hedeflemeliyiz. Bunun için kamu teşvikleri içindeki büyük ölçekli ve stratejik yatırımların aldığı payı artırmalıyız. Yani genel ve bölgesel teşvikten ziyade mikro ölçekte seçici teşviklere ağırlık vermeliyiz. Sektör bazındaki teşvikleri daha da detaylandırarak ürün odaklı teşviklere yönelmeliyiz.
KAPSAYICI BÜYÜME
Seçimlerin ardından ekonomi ajandasının öncelikli maddelerinden bir diğerinin gelir dağılımı olması muhtemel. Yüksek enflasyonun etkisiyle sabit ve düşük gelirli bireylerin satın alma gücünün azalması, gelir dağılımında bozulmaya neden oldu. Enflasyonu tek haneli rakamlara indirmeyi başardığımızda, gelir dağılımı belli oranda iyileşir. Yine de düşük enflasyon, bölüşüm sorununu tek başına toparlamaya yetmez. Daha adil bir gelir dağılımı için refah devleti sistemini hantallaştırmadan güçlendirmemiz gerekiyor. Dolaylı vergilerin payının azaltılması, dezavantajlı bölgelerdeki eğitim yatırımlarında odağın nicelikten niteliğe kaydırılması ve sosyal harcamaların etkinliğini arttıracak programların geliştirilmesi bu alanda akıllara ilk gelen politikalar olarak not düşülebilir.