Orta gelir tuzağından kurtulmak ve cari açık problemini yapısal olarak çözüme kavuşturmak için Türkiye'nin ihracata ihtiyacı var. Son 20 yılda ihracatı yedi kat arttırmayı başardık. Ancak, bu performans yukarıda bahsettiğim iki amaca ulaşma yolunda yeterli olmadı. İhracat rakamlarımızın çok fazla dalgalandığı yıllar oldu. Bu dalgalanmayı bazen jeopolitik riskler, bazen de ihracat pazarlarımızdaki ekonomik koşulların bozulması tetikledi. İhraç ettiğimiz ürünlerin katma değer ve teknoloji yoğunluğu seviyesini yeterince yukarıya taşıyamamak da performansımızı etkiledi. Bu tip problemleri aşmak için yeni ekonomi modelinin merkezine üretimle birlikte ihracat konuldu.
Türkiye, salgının birinci dalgasının ardından ihracatta oldukça iyi bir sıçrama yaşadı. 250 milyar barajı ilk defa aşıldı. KOBİ'lerin ihracatçı olma eğilimi yükseldi. Ama son haftalarda kendini iyiden iyiye hissettiren küresel resesyon tedirginliği, ihracatta yakaladığımız bu ivmelenmeyi tehdit ediyor. Özellikle Avrupa'daki yavaşlama, yeni ihracat siparişlerini olumsuz etkiliyor. Siparişlerdeki düşüş sinyalleri tekstil, gıda, kimyasal, plastik & kauçuk ürünleri, demir, çelik gibi sektörlerde kendini gösteriyor. Bu düşüşün tüm sektörlere yayıldığını söyleyemeyiz. Elektronik, otomotiv, savunma sanayi, iklimlendirme ve çimento gibi sanayi dalları pozitif seyrini koruyor. Bazı sektörler yeni siparişlerde yavaşlama hissetse da ihracatın büyüme hızı halen pozitif. Yılın ilk dokuz ayında ihracat yıllık bazda yüzde 17 arttı. TİM'in önden açıkladığı veriler, ekim ayında ılımlı da olsa ihracattaki artışın (yüzde 2.8) devam ettiğini gösteriyor. Yüksek enflasyon ve yerinde sayan nominal döviz kurundan dolayı TL'nin reel bazda görece daha değerli hale gelmesi de ihracatın performansı olumsuz etkilemiş olabilir. Ancak, reel kurun şu aşamada ihracatı dramatik biçimde etkilediğini söyleyemeyiz. Önümüzdeki aylarda ihracat performansımız üzerindeki en belirleyici unsur, Avrupa'daki ekonomik gidişat olacak.
ÇİN BÜYÜME İÇİN GEVŞETİYOR
Çin, 1978-2011 yılları arasında ortalama yüzde 10 oranında büyümüştü. Dünya iktisat tarihinin en etkili üç büyüme performansından bir tanesi. Kimilerine göre en iyisi. O günler artık geride kaldı. 8, 7, 6 derken Çin'de büyüme rakamları son dönemde yüzde 5'e doğru kademeli olarak indi. Büyümedeki bu yavaşlama bir yerde normal. Çin artık kişi başına ortalama geliri 100 dolar olan bir ülke değil. 12,500 dolar eşiğini aşmış bir ülke var karşımızda. Büyümenin de bir doğal sınırı var. O eski çift haneli büyüme rakamlarını tutturmak eşyanın tabiatına aykırı. Ama büyümedeki yavaşlamayı sadece ekonomik büyüklüğün geldiği seviyeye bağlayamayız. Çin son yıllarda yapısal ve konjonktürel nedenlerden dolayı da yavaş büyüyor. Çin'in salgına karşı sıfır vaka politikasından vazgeçmemesi ve gayrimenkul sektörünün yaşadığı büyük borç sıkıntısını çözüme kavuşturmaması son aylarda ekonomiyi fazlasıyla yordu. Öyle ki bu yıl Çin'de büyümenin yüzde 3.5 civarında gerçekleşeceği öngörülüyor. Bu, Çin için oldukça cılız bir büyüme oranı. Geçtiğimiz ay Çin Komünist Partisi Genel Sekreterliğine üçüncü kez seçilen Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, ekonomi sınavında zorlanmaya başladı. Liderliğine gölge düşürmek istemeyen Cinping, büyümeyi yeniden canlandırmak için yukarıda bahsettiğim iki mevzuda gevşemeye gitme kararı aldı. Pekin hükümeti, karantina koşullarını esnetmeye doğru ilk adımları atıyor. Fabrikaların ve dükkanların normal çalışma düzenini ve kapasitelerini tutturabilmesi açısından kritik bir karar.
Pekin yönetimi işleri kötüleşen, borçları çevirmekte zorlanan gayrimenkul sektörüne inatla yardım eli uzatmıyordu. Ancak, bu tutumda da gevşeme emareleri var. Çinli regülatörler, gayrimenkul sektörüne rahat nefes aldırmak için kapsamlı bir paket açıkladı. Bu paketin içinde elde kalmış mülklere satış kolaylığı getirmekten konut üreticilerinin vadesi gelmiş borçlarının ötelenmesine kadar toplam 16 madde var. Bakalım Çin'in bu iki kritik husustaki katı tutumundan vazgeçmesi büyümedeki tıkanıklığa ne kadar çare olabilecek.