Süleyman Demirel hakkında devam eden tartışma ne yalan söylemeli beni bir hayli mutlu ediyor. Çünkü yıllardır Türkiye'nin yakın tarihine mührünü basmış bu siyasetçinin bambaşka bir noktaya kaydığını öne sürüp duruyordum. Sorun Demirel'in doğrudan doğruya kendisinin yer değiştirmesi, şimdi CHP'yi desteklemesi değildir. Daha önce yazdığım yazılarda da orta/ merkez sağ siyasetlerle, Türkiye'de, orta sol siyasetin belli tonları arasında hiçbir fark bulunmadığını belirtmiştim. Bunlar aynı kökten çıkmış, ikisi de statükoyla yani kurulu nizamla, bana kalırsa en doğru tanım olan devletle doğrudan ilişkili, onu hazırlayan temel ideolojiyi ve değerleri benimsemiş, içine sindirmiş siyasetlerdir. İşte olaylar ortada. Deyim olarak 40 yılın ama gerçekte 50-60 yılın Demirel'i açıkça CHP'yi destekliyor.
Bu ne demektir? Zamanında Demirel'in yanında yer almış kitleler de yer değiştirdiler ve artık CHP'nin tabanını meydana getiriyor gibi bir önerme buradan bakarak öne sürülebilir mi sorusunun yanıtı ise açık ve kesin bir hayırdır.
Hayır, zamanında Menderes'e, sonra Demirel'e arka çıkmış olan kitleler değil, DP geleneğinden gelen ve bugün eski AP'nin ve DYP'nin seçkinlerini oluşturan kadrolar CHP'yi kendisine sığınak olarak görüyor. O partilerin tabanı olan, kaldığı kadarıyla köylüler, taşra kitleleri, taşra burjuvazisi, kent göçmenleri ise kendilerini hiç saklamadan AKP'yi destekliyor. Ama Demirel ve Cindoruk'ta temsil edilen seçkinler CHP ile bütünleşmiş durumda.
Gelecekte bugünlerin tarihini yazacak olanları epey karmaşık denklemler bekliyor. Ama bakmasını bilenler bir şeyi kolaylıkla görecek. CHP, Baykal sonrasından başlayarak belirli odaklar tarafından biçimlendirildi. Gene bu köşede yazdığım birçok yazıda bu yeni tasarımın ne yazık ki gerçek ve köktenci bir sosyal demokrasiye dayanmadığını, "eklektik" (karma, toplama) ve popülist bir mantığa yaslandığını vurguladım. Bu tasarımın özünü taşradan başlayarak merkeze doğru git gide gelişerek, genişleyerek kımıldayan kitlelerin hareketini durdurmak oluşturuyor. Buna karşılık AKP'nin başarısını da (veya başarısızlığını da) bu kitlelerle bütünleşmesi (ya da bütünleşememesi) hazırlayacak.
Merkezci elitler küreselleşmenin bugünkü aşamasında çevrenin kitlelerinden hâlâ korkuyor.
Hele Arap Baharı ortalığı büsbütün karıştırmışken bu korku daha da ciddiye alınıyor, elbette gene korkanlar tarafından. Çünkü OD'da devrimleri hazırlayan amiller arasında teknoloji kullanımının geldiğini yani modernleşmenin kontrol edilmez bir bilinç yarattığını onlar da görüyor. O zaman geriye bir tek yol kalıyor: kitleleri belirli bir "restorasyon" ve "konsolidasyon" ideolojisi etrafında bütünleştirmek.
Bu durumun Demirel bakımından anlaşılmayacak bir yanı yok. 1961 Anayasası'ndan, daha 1965'ten başlayarak şikâyet eden oydu. Aynı Demirel 12 Mart kabinelerine yani askere göz göre göre destek vererek o Anayasanın değiştirilmesine ön ayak oldu. Yetmedi, Demirel, 28 Şubat'ın savunuculuğunu, hamiliğini ve operatörlüğünü yaptı. Bu arada Soğuk Savaş yıllarında devletin kullandığı, kullanıldıklarını bizzat kendileri sonradan itiraf eden ülkücülerin sığınağı da gene Demirel iktidarlarıydı. O iktidarları Demirel solun üstüne göndermekte, beis görmek bir yana, bir an tereddüt etmiyordu. Şimdi aynı Demirel'in CHP'ye kaymasını niye şaşkınlıkla karşılayalım? Asıl o zeminde buluşmasalardı şaşırmamız gerekirdi. Hele bugünkü CHP, 1970'lerin CHP'si olmaktan bütün bütüne çıkmışken!
Statüko, Türkiye'de devlettir. Bu devlet böyle bir ittifakla neyi durdurmaya çalışıyor, yukarıda belirttim. Başaramayacağı açık; çünkü 50 milyon seçmenin neredeyse yarısı göçmen. Bu kitle değindiğim "mobil" Türkiye'dir ve iki önemli özelliğe sahiptir. Birincisi, maddi düşünür, kendine daha iyi bir gelecek tahayyül eder; ikincisi, politiktir. Siyaseti kendi refahı için hareket edecekse anlamlı bulur. Oysa karşısında yer alan politikalar ise siyasetsiz, retorik bir anlayışı temsil eder. 1965'te Demirel tam da bugünkü kitlelerin istediği siyaseti yapıyordu. Şimdi ahir ömründe CHP'yle birlikte apolitik bir siyaseti yerleştirmeye çalışıyor.
Cevabını alır.