Hüseyin Çelik'i, Beşiktaş Prenses Otel'de, AK Parti'nin düzenlediği yemekte gördüm. Kalabalık bir topluluğa hitap etti ve etkileyici bir konuşma yaptı; fıkralar anlattı, hem güldürdü, hem düşündürdü. CHP muhalefetini bir Temel fıkrasıyla açıkladı:
Temel'e sormuşlar, "Son arzun ne?"
- Anamı görmek, demiş
Dursun'a son arzusu sorulunca cevabı "Temel anasını görmesin" olmuş.
Çelik, "olumsuzluk üzerine muhalefet" diye sözlerini bağladı ve başka bir hikâyeyle devam etti: "Ülkenin birinde maharetli bir vezir varmış. Denizin üzerine basa basa karşıya geçermiş. Rakipleri diyormuş ki: 'Bak sizin veziriniz yüzme bile bilmiyor.' Tenkit etmek isterseniz, kolayca herkese bir kusur atfedersiniz; bir insan görmek istemiyorsa, ona gösteremezsiniz. Köre demişler ki, 'Gece oldu.' Cevap vermiş: 'Ne zaman gündüz oldu ki!' Aydınlıkta gözünü kapayan, kendine gece yapar."
***
Hüseyin Çelik, kanıksamanın çok kötü bir şey olduğunu da vurguladı:
"Ülfet, kanıksamak demektir. Ülfet gaflettir. Darbeleri kanıksıyoruz, kötü şartları kanıksıyoruz." Çelik, bu görüşünü de bir hikâyeyle süsledi:
"Şişli'den bir genç kız, kasabalı bir delikanlıya âşık olur. Onunla evlenir; birlikte, bir süre kayınpederi ve kayınvalidesinin köydeki evlerinde kalmaya giderler. Etrafta müthiş bir tezek kokusu vardır. Genç kız rahatsız olur. Kayınpederine der ki, 'Çevreyi iyice temizlersem, bu koku kaybolur.'
Ve başlar arapsabunuyla yerleri ovmaya, sular döküp yıkamaya. Aradan 10 gün geçer; çiçeği burnundaki gelin, evi her gün baştan aşağı temizlemektedir. 10'uncu günün sonunda tezek kokusu kalmaz. Kayınpederine döner, biraz da bilmiş bir edayla, 'İyice temizledim, artık tezek kokusu duymuyorum'
der. Ve işte kayınpederinin cevabı: Sana öyle geliyor. Sadece burnun kokuya alıştı."
Çelik, öğretilmiş çaresizlikten de söz etti: "Çekirgeleri kâseye koymuşlar, üzerini de, cam kapakla örtmüşler. Çekirge sıçrıyor ama bir türlü kâsenin dışına atlayamıyor. Daha sonra, cam kapağı kaldırıyorlar; fakat çekirge, nasıl olsa dışarı çıkamam düşüncesiyle artık yüksek atlamıyor; denemiyor bile, kendisini kâsenin içine hapsediyor. Buna benzer bir deney Afrika'da yapılmış. Yavru fil, ayağından demir kazığa bağlanmış. Çekiyor, demir kazığı oynatamıyor... Ve bu çaresizliği kanıksıyor. Büyüyünce aynı demir kazığa bağlanıyor. Aslında çekse, topraktan söküp atacak. Ama 'yapamam' düşüncesiyle denemiyor bile."
Çelik,
"öğretilmiş çaresizlik" ve
"kanıksamak" lâflarıyla, kaderine razı, şartlara boyun eğen, değiştirmeye çalışmayan, statükocu zihniyeti anlatmaya gayret etti. Hüseyin Çelik'in renkli üslûbuyla daha da ilgi çekici hale gelen güzel bir toplantıydı.