"Etrafımızda serpilen yıkımın kokusunu duyabiliyoruz, ağır ağır yaklaşıyor, buna rağmen evlerde bu kuşatmadan kurtulabilirmişiz gibi nefes alıp vermeye, binalarımızın içinde sokağı ele geçiren tekinsizlikten korunmaya çalışıyoruz (...) Sokaktaki uçucu güvenliğe bel bağlamıyoruz ama binalarda korunabileceğimizi sanıyoruz."
Bu satırlar hemen her romanını severek ve düşünerek okuduğum Ömer F. Oyal'ın "Gemide Yer Yok"undan...
Ürpertici bir felaket anlatısı bu roman...
Ama yukarıya aldığım satırlara şimdi bir daha ve dikkatle göz gezdirin: Sanki gündelik hâlimizi ve "ev" anlayışımızı da tarif etmiyor mu?
Birkaç satır sonrası da şöyle:
"Geçmiş anbean un ufak olurken kıpırdayamıyor, yıkımı izlemekten başka bir şey yapamıyoruz. Tesellisiz bir yıkım."
***
Kıpırdayamadan dışarıdaki "yıkımı" izlediğimiz konutlarımıza "ev" demek doğru mu?***
Geçen pazar günkü "Nereye gidelim?" başlıklı yazımda ev konusunu sorgulamaya başlamıştım, hatırlarsınız...***
Değerli mimar Serkan Akın hep vurgular ya...***
Şimdi "smart" konutlar moda, her yerde yayılıyorlar.