ABD'nin son yüzyıla damga vuran dış politikası, son yıllarda gittikçe ivme kaybediyor. Bu tezimi desteklemek için en büyük kanıtım, her fırsatta yumuşak gücüyle iftihar eden Washington'un artık elinde tek kart kalmış olması: "Tehdit dili."
ABD, tek taraflı yaptırımlardan uluslararası izolasyona ve hatta askeri işgallere, darbelere kadar pek çok seçeneği yıllarca özellikle yaşadığımız coğrafyada uyguladı. Türkiye'ye karşı da bu yöntemlerin bir kısmını (darbe gibi) uygulamaya çalıştılar. Geçmişte bir nebze başarılı olmuş olabilirler... Ancak 15 Temmuz kanlı darbe girişiminden bu yana karşılarında artık bambaşka bir Türkiye var. İşte tam da bu nedenle, ellerinde başka silah kalmadığı için Türkiye'ye karşı sık sık tehdit ve koşul dilini devreye sokuyorlar.
"Onu yapmazsanız bunu vermeyiz, onu sona erdirmezseniz bunun bedelini ödersiniz" gibi... Bu dili S-400 Rus hava savunma sistemleri alındığında da çok gördük; Türkiye darbe girişimi sonrası kendi bağımsız yargısını işletirken de... Sonuç ABD açısından hep hüsran oldu.
Ancak malum, huylu huyundan vazgeçmiyor. Son zamanlarda tehdit kartı, bir kez daha devrede. Gerekçe bu kez, Türkiye'nin istediği F-16'lar... Türkiye'nin talebi için Kongre onayı aşamasına gelinmişken, bazı senatörler (Bob Menendez gibi) sahneye çıktı. İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliğinin Ankara tarafından onaylanmasını F-16 satışı için koşul olarak öne sürmeye çalışıyorlar.
Bu çabaların da nasıl boşa çıkacağının sinyalini, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın şu ifadelerle verdi:
"F16 programını, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğine bağlı hale getirirlerse onu hiç gündemlerine almamaları daha iyi olur. Bizim o yönde bir geri adım atmamız söz konusu değil. Bunlar birbirinden ayrı süreçlerdir. Biz F-16 programını hem kendi hava kuvvetlerimiz için, hem NATO ittifakı içerisinde hava gücümüzü kuvvetlendirmek için bir değerli alternatif olarak görüyoruz. Ama Amerikan yönetimi yahut Kongresi yani bu konuda kendince birtakım önşartlar ileri sürer, 'Şöyle yapmazsanız bu olmaz' vesaire gibi bir yaklaşım içerisine girerse biz kendi yolumuza da devam ederiz. Yani burada böyle elimiz kolumuz bağlı oturacak halimiz yok. Türk Silahlı Kuvvetleri kendi modernizasyonu için, kendi imkânlarını geliştirmek için başka alternatifler bakmaya devam eder."
Buradaki son cümleye dikkat çekmek gerek, yani Türkiye'nin kendi imkânlarını geliştirmek için alternatifler araması kısmı... Burada Türkiye'nin tehditlere, şartlara karşı elinde tuttuğu en önemli kart Kızılelma'dır, yani Baykar'ın geliştirdiği insansız savaş uçağı. ABD müttefiklik ruhuna aykırı olarak, Türkiye'nin elindeki F-16 filosunu kendi parasıyla modernize etme hakkını elinden almaya çalışadursun, tam da bu sıralarda kendi özkaynaklarımızla ürettiğimiz Kızılelma test uçuşları gerçekleştirdi.
Bu başarının baş mimarı Selçuk Bayraktar'ın, S-400 alımı sonrası Türkiye'nin F-35 programından çıkarılmasının ardından kullandığı şu ifadeleri hatırlatmanın tam yeri ve zamanı:
"F-35'lerin verilmiyor olması bugün için dezavantaj olarak görülse de gelecekte milli savunma sanayii için hayırlı olacaktır. Zira yurtdışından tedarik edeceğimiz, yazılımına tümüyle vâkıf olamadığımız dijital bilgisayarların yönettiği, pilotun bastığı tetiğin ne yapıp yapmayacağına karar veren yabancı görev bilgisayarı ve yazılımı olan böylesine bir sistem, bizi bağımsız kullanım açısından ciddi kısıtlamalara maruz bırakabilir."
İşte bu vizyon Türkiye'de var oldukça, tehditlere karşı asla sırtımız yere gelmez.