Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BERCAN TUTAR

Batı’nın Putin sendromu

Sesli dinlemek için tıklayınız.

Tarihin kırılma anına doğru ilerliyoruz. Gazze'deki barbar soykırım ve Ukrayna savaşı başta olmak üzere küresel sahnede Batı ile yükselen Asya- Pasifik bloku arasındaki güç mücadelesi Atlantik'in kâbusuna dönüşen gelişmelere sahne oluyor.
Alman tarihçi Oswald Spengler'ın "Batı'nın Çöküşü" kitabında bir asır önce ileri sürdüğü "Batı'dan geriye kalan tek şey tarihin tekerleğini durdurmak için her zamankinden daha yapay ve hatta çılgınca bir girişim olacak" tezi doğrulanıyor.
Şu sıralar çaresiz stratejiler sarmalındaki ABD ve Avrupalı yöneticiler panikle her tür irrasyonel seçeneği gündeme taşımaktan çekinmiyor.
Bunların başında da Ukrayna'daki yaklaşan hezimetle birlikte küresel kamuoyuna yönelik devreye sokulan "III. Dünya Savaşı ve nükleer savaş riski yükseliyor" şeklindeki psikolojik harp manipülasyonları geliyor.
Çünkü terör ve Kovid 19 benzeri virüs kozları işe yaramadı. Hatta ters tepti. Bu bağlamda şu an Batı'nın maruz kaldığı hezimeti simgeleyen en somut tarihsel gelişme Ukrayna fiyaskosu ile Gazze'deki soykırıma yönelik oluşan küresel tepkidir.

***

Japon analist Jan Krikke'nin de işaret ettiği gibi Ukrayna savaşı Batı'nın çöküşünü güçlendiriyor. ABD liderliğindeki Batı, Ukrayna'yı kazanma şansı olmayan bir savaşa girmeye zorladı.
Sonuç olarak Ukrayna ile Batı, başarısız olan büyük bir stratejik bahis oynadı ve kaybetti.
Planları şuydu: "Rusya'ya yönelik felç edici yaptırımlar Rus ekonomisini sarsacak. Bu da bir halk ayaklanmasına yol açacak ve Putin devrilerek yerine Batı yanlısı bir lider gelecekti..."
Ancak Putin çetin ceviz çıkınca bütün projeleri ellerinde patladı. Unutmayalım ki ABD liderliğindeki Batı'nın en büyük stratejik hedefi Soğuk Savaş'tan yenilgiyle çıkan Rusya'yı çevreleyip bir parya devleti haline getirmekti.
Bunun yolu da Rusya'nın hinterlandındaki ülkeleri işgal, renkli devrim ve darbelerle teker teker zaptetmekten geçiyordu.
ABD'de yönetim ve başkanlar değişse de bu küresel strateji değişmedi.
Gelen her başkan bu yol haritasını izledi. ABD ilk olarak Rusya'nın Balkanlar'daki nüfuzuna saldırdı. Sonra Kafkasya, Orta Asya ve Doğu Avrupa'daki Rus etkisini sembolize eden ülkelere yöneldi.

***

İlk düğmeye basan Bill Clinton (1993- 2001) oldu. 2000 yılında Buldozer Devrimi ile Sırbistan'daki hükümet devrildi ve Yugoslavya resmen parçalandı. Clinton'dan sonra oğul Bush, Barack Obama ve Donald Trump'ın Rusya'nın arka bahçesi konumundaki farklı ülkelerde ve bölgelerde devam ettirdiği bu siyaset Joe Biden döneminde en üst aşamaya taşındı.
Böylece 2000'lerde ABD'nin başlattığı Rusya'yı kuşatıp rejim değişikliğiyle ele geçirme stratejisi 2022 yılında Ukrayna'da vekâlet savaşına dönüştü.
Ama artık yolun sonu görünüyor. Beş ABD başkanı da Putin'in bileğini bükemedi. Şimdi el sıkışmaya hazırlanıyorlar.
ABD bunun sinyallerini veriyor. Nitekim Amerikan medyasında 5 Kasım'daki seçimlerden zaferle çıkması durumunda Trump'ın Çin ve Rusya ile Yalta benzeri bir büyük uzlaşıya varmak ve daha küçük devletleri feda etmek istediği konuşuluyor. Bakalım Putin bunu kabul edecek mi? Edecekse de nasıl ve hangi şartlarla kabul edecek?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA