Dalgaları değil de büyük akıntıyı görmek istiyorsak olaylara ve olgulara medeniyet perspektiften bakmalıyız. Yoksa dünyamızda olup bitenleri kavramakta zorlanırız.
Gazze'deki soykırımdan Rusya- Ukrayna savaşına, İsrail-İran geriliminden Sudan'daki iç savaşa, Türkiye'nin bir hegemon olarak yükselişinin küresel merkezlerde yol açtığı panikten Çin'in Kuşak Yol projesine, hipersonik füze ve SİHA'lardan yapay zekâ endeksli yüksek teknoloji savaşlarına, hatta Kerkük'teki valilik krizinden Avrupa'daki yerligöçmen mücadelesine, dijital sanayileşme hamlelerinden siber güvenlik ve ABD'deki kimlik çatışmasına kadar her biri ulusal, bölgesel ve uluslararası güç mücadelesinde birer dalgayı temsil eden bu gelişmelerin neden ve sonuçlarıyla birlikte nasıl bir küresel akıntıya ve değişime yol açtığını öngörebilmek lazım.
Bunun yolu da jeo-kültürel donanımla teçhiz edilmiş bir medeniyet analizi yapabilmekten geçer. Aksi halde ayrıntılara, önyargılara ve duygulara göre pozisyon alarak sadece maliyet endeksli ucuz bir siyasetin peşine kapılırız.
***
Her şeyin ve herkesin fiyatına ve maliyetine odaklandıkça hesap ettiklerimizin
gerçek değerini gözden kaçırırız. Bu da irtifa kaybımızı artırır ve görüşümüzü muğlaklaştırır. Dolayısıyla
ideolojisini, sabitelerini, değer ve istikametini kaybedenler ya bir
akıntıya kapılır ya da farkında olmadan
akıntıya karşı kürek çeker.
Çünkü
inanç her şeyin temelidir.
Küresel ilişkilere baktığımızda inançtan yoksun aktörlerin birçok şeyi çarpıtıp
değerlerin ve diğerlerinin üstünü çizdiğini görüyoruz. Unutmayalım ki ulusal veya uluslararası siyasete dair
kâr-zarar endeksli maliyet anlayışı ortaya koyduğu kadarını da gizleyecektir.
İşte bu yüzden dünyada etkili olmak istiyorsak tarih, kültür, ahlak ve medeniyet anlayışımızla teçhizatlı
bir değerler manzumesine dayalı teori, model, kavram ve paradigmalar geliştirmek zorundayız.
Dünyayı ve kendimizi
doğru anlamanın ve değiştirebilmenin yolu budur.
Halkın, sokağın ve insanlığın beklenti, hayal,
ses, tat ve kokularından kopuk siyaset akademik
dehlizlerin karanlığından kurtulamaz.
Tıpkı tarihsel derinlikten yoksun sosyal
medya trendlerine göre geliştirilen analizler
gibi
dijital aşiretlerle sınırlı kalır.
***
Medeniyet yarışından diskalifiye olmamak için değerlerimizi küçük maliyet
hesaplarından kaçınarak ve her tür bedeli
göze alarak korumalıyız.
Zira
Batı'nın savunduğu medeniyet anlayışı dünyanın her yerine
kaos tohumları ekiyor. Bu hunhar, soykırımcı,
çatışmacı ve sömürgeci yaklaşım yerine
farklı medeniyetlerin değerlerine hayat hakkı tanıyan bir küresel sistem
ancak dünyaya ve insanlığa barış, huzur,
refah, adalet ve istikrar getirebilir.
Kaosun panzehri bu. Yoksa düşmanımıza dönüşürüz. Yani Batı'nın o riyakâr, otoriter, ırkçı, trans savunucusu, Siyonist, çıkarcı ve emperyalist değerlerini içselleştiririz.
Bu da bizi sadece siyasi ve ekonomik olarak değil
ahlaki, insani ve kültürel olarak da geriletir.
Bu dalgalara karşı dik durup akıntılara kapılmamanın ve bir umut olmanın yolu,
Selçuklu ve Osmanlı evrenselliğinden tevarüs edilen
asi ruh ve asabiyeye sahip çıkmaktan geçiyor.