Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BERCAN TUTAR

Atlantik’teki popülist çalkantı

Sesli dinlemek için tıklayınız.

ABD'nin kurucu ideolojisi ile dünyanın geri kalanını yönetmek için devreye soktuğu otoritesi arasındaki uçurum her geçen gün daha da artıyor. Bunun en somut göstergesi de Soğuk Savaş'ın ardından 1990'larda tek süper güç konumuna yükselen ABD'nin jeo-politik hırsları nedeniyle bugün hegemonik ölüm döşeğinde can çekişmesidir.
Zafer sarhoşluğu ve açgözlülük ABD'ye çok pahalıya mal oluyor. Sadece yirmi yıl önce dünyanın bütün kıtaları Amerikan gücünün egemenliği altındaydı.
Doğu Avrupa ve Balkanlar yeniden dizayn edildi. Hızla genişleyen NATO'ya Baltık, Karadeniz ve Adriyatik bölgelerinden 7 yeni üye daha eklendi.
Doğu Avrupa ve Balkanlar'dan sonra 2001'de devreye sokulan 'terör ile savaş' stratejisi kapsamında 2002 ve 2003'te Afganistan ve Irak'ı işgal eden ABD, ardından gözünü Kafkasya ve Orta Asya'ya dikti.
Tarihi, stratejik ve jeo-politik açıdan Rusya'nın arka bahçesi sayılan ülkelerde renkli devrim projesi aktive edildi.

***

2000'de Sırbistan'daki eylemlerle ilk uygulaması yapılan renkli devrim projesi 2001'de Belarus'ta istenilen sonucu vermedi. Fakat 2003'te Gürcistan'daki 'Gül Devrimi', Kasım 2004-Ocak 2005'te Ukrayna'daki 'Turuncu Devrim' ve 22 Mart-11 Nisan 2005'te Kırgızistan'daki Lale Devrimi ile ABD, Kafkasya ve Orta Asya'yı kontrole yönelik 'postmodern darbelerin' düğmesine bastı.
Körfez ve Ortadoğu'yu yönetmek için Bağdat'a mevzilenen Amerikan kuvvetleri, Kabil'deki mevzilerinden de askeri üsler açtığı Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan üzerinden Rusya ve Çin'i çevrelemeye başladı.
Oysa o dönemde Çin küresel ekonomiye entegre olma çabası içindeydi. Fabian sosyalizminin son kalıntılarını da atan Hindistan, ABD ile ilişkilere öncelik veriyordu. Sovyetler Birliği'nin çöküşünün yol açtığı jeo-politik hezimetin pençesindeki Rusya ise hâlâ ABD ve NATO ile stratejik ortaklıklar kurmayı umuyordu.
Gücü zirvede olan ABD kelimenin tam anlamıyla dünyayı elinde tutuyordu.
Ancak elindeki bu imkânı sefil şekilde kullandı. Gücünü iyi olmaya değil kendini iyi hissetmeye harcadı. Franklin D. Roosevelt'in 'dünyanın dört jandarması' kavramlaştırmasıyla bilinen ABD, İngiltere, Rusya ve Çin arasındaki 'büyük uzlaşı'ya sırt çevirdi.

***

Tek başına hareket etti. Diğer küresel aktörlerin ve ulusal devletlerin hayati çıkarlarını yok saydı. Güvenliğin ve egemenliğin bölünemezliği ve eşitliği ilkesini çiğnedi. Öyle ki Avrupalı müttefikleri bile bu nobranlığa itiraz etti.
Terör ile savaşta ABD'ye istediği desteği vermediler. Ve geldiğimiz aşamada herkesi kendine düşmanlaştıran ABD'nin hegemonik irtifa kaybı giderek artıyor.
Ekonomik ve teknolojik savaşta Çin'e kaybediyor. Askeri ve stratejik olarak Ukrayna'da Rusya'yı alt edemedi.
İsrail'in Gazze'deki soykırımına verdiği destekle de insani ve ahlaki açıdan dibe vurmuş durumda.
Geldiğimiz aşamada Ortadoğu'daki en sadık müttefikleri bile ABD'den uzaklaşıyor.
Avrupa dahi ABD ile BRICS arasında tercih yapmak zorunda kalacağı bir sürece doğru ilerliyor. Eğer Avrupa'daki sandıklardan Amerikan hegemonyasına isyan eden popülist dalga çıkarsa o zaman Avrasya'da dış bir gücün hâkim olduğu dönem tarihe karışabilir. Bakalım bu dalga ABD'yi Atlantik'in karşı kıyısına itebilecek kadar güçlü olabilecek mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA