Biraz paradoksal görünse de 19. yüzyıl Fransız iktisatçısı Frederic Bastiat'a atfedilen 'mallar sınırları geçmediğinde askerler geçer' şeklindeki anlayış günümüz dünyasında tamamen felç olmuş durumda. Yani artık ne mallar ne de askerler sınırları geçebiliyor. Çünkü her yerde kaos ve kronik bir düzensizlik hakim.
Çünkü küreselleşme yerine bölünmüş ve bloklara ayrılmış bir dünyaya doğru ilerliyoruz.
Bu yeni çok kutuplu dünyadaki mücadelelerin eskilerden en ayırt edici niteliği ise jeo-politik hedeflerin ekonomik kararları şekillendirmesi. Bütün bu gelişmeler II. Dünya Savaşı sonrası kurulan emperyal statükonun temellerini kökünden sarsıyor. Bir bakıma küçük büyük her ülke için alarm zilleri çalıyor.
Bu bağlamda İsrail'in Gazze'deki barbar katliamları da Ukrayna'da iki yıldır devam eden çatışmalar da ABD'nin siyasi hedefleri uğruna desteklediği büyük güç mücadelesinin birer cephesidir.
Zira ABD gibi rakibi revizyonist konumdaki ülkeler de artık ticari ortaklarını ekonomik çıkarlarından çok ulusal güvenlik kaygılarına dayanarak belirliyor.
***
Bu anlamda ABD liderliğindeki Atlantik bloğu da Çin ve Rusya liderliğindeki Asya-Pasifik bloğu da giderek kapalı birer ekonomi-politik ittifaka doğru evriliyor. Dolayısıyla her iki cephedeki aktörler artık ticaret ve yatırım akışlarını jeo-politik hatlara yönlendiriyor.***
Bu çerçeveden bakınca ilki ABD'ye ikincisi Çin'e eğilimli ve diğeri de bağlantısız ülkelerden oluşan üç evrene bölünmüş bir dünya çıkıyor karşımıza. Bu tablo ise küresel ekonomik bağlantıların yeniden şekillenmesini zorunlu kılıyor.
Haliyle ABD, Türkiye, Rusya, Çin ve diğer oyun kurucu aktörler kendi çıkar alanlarını bu yeni jeopolitik geometriye uygun hale getirmeye çalışıyor.
Ne var ki her geometrik hamle büyük güç rekabetini daha da alevlendiriyor.
Zira ekonomik kriterler yerine jeo-politik amaçların öne çıkması özellikle Ortadoğu, Asya ve Avrupa'daki türbülansların küresel bir savaşı tetikleme riskini artırıyor.
Mevcut eğilimler, II. Dünya Savaşı öncesi dönemi çağrıştırıyor. Yani şu anki tabloda dünya her açıdan sıfır toplamlı stratejik rekabet modeline kilitlenmiş durumda. Bu da bir denge sağlama ve uzlaşıya varma çabalarını baltalıyor.
Soykırım, göç, salgın hastalıklar, yoksulluk, açlık ve iklim değişikliği gibi varoluşsal krizlerde ülkelerin iş birliğini kısıtlayarak yok ediyor. Jeo-politik geometriye dayalı bu rekabet modeli düzen ve istikrar yerine her yere kaos tohumlarının ekilmesine yol açıyor.
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz