Selahattin Yusuf

19 Ocak 2013, Cumartesi

Aydın para yer mi? Oh, noo!

Necip Fazıl’ın nasıl tartışıldığını gördük hepimiz. Ayıp değil midir bu? Bu ülke için israf değil midir? Size şunu söyleyeceğim. Necip Fazıl’ın “Çile”siyle bir gece sabahlayın, bütün iddialarınızın (bambaşka sebeplerle, aklınıza hiç gelmeyen çok daha büyük sebeplerle) asılsız olduğunu fark edeceksiniz.

"Uygar öğretmen-iyi öğrenci ilişkileri nasıl olmalıdır?" Biz lisede felsefe derslerinde ara sıra bunu tartışırdık. Sonuç bildirgeleri hep "Karşılıklı anlayış, hoşgörü ve 'tarafların' birbirini anlaması" olurdu. Ama bu, sonraki derslerde Arafilboylu Kadir'in, benim veya Yenicumalı Ömer'in ellerinin demir cetvel marifetiyle karbonatı fazla kaçmış kekler gibi şişirilmeyeceği anlamına gelmezdi. Ve benim aklımda -sanırım Ömer'in ve Kadir'in de- hep o önceki "uygar" kompozisyon dersinin çarpık özlemi kalırdı. Bu günlerde medyada dönen önemli tartışmaları izliyorum da...
*
Uygar uygar gevezelik ediyoruz. Ve bunun bazen bir uyuma biçimi de olabileceği aklımızın ucundan geçmiyor sanki. Hiç bir şey sabırla, bekleyerek, salim kafayla ve derinliğine irdelenemiyor. Büyük bir göçüğün altında kalmış çok kıymetli bir şeyden umudu kesmişiz sanki. Ama bu dev göçüğün "hazineye devredilmiş" arazileri üzerinde günden güne beylik gecekondular dikiyoruz. Vaktiyle kendisi de "Aydın Üzerine Tezler" isminde, renk çelişkileriyle dolu küçük bir gecekondu kurmuş bulunan Yalçın Küçük'ün nitelemesiyle "Danimarkalı dinci filozof Kierkegaard"ı sık sık hatırlıyorum böyle tartışmaları gördükçe: "Büyük insan, beklemeyi bilen insandır; bilgeler sonsuzluğu beklemeyi bilirler" diyordu o. Hiç kimse, hiç bir şeyi sonsuzluk için (de) biriktirmeyi, düşünüp taşınmayı aklının ucundan geçirmiyor.
*
Psikiyatride bir deyim var. "Kalifornia kişiliği" diye. Yani hafızasız, bön, konforu hamburger ve coca-cola aşamasında donmuş kişilik. Türkiye bu kişiliğe bürünmek üzere artık. Tamamen. Bakmayın siz öyle psikiyatri divanında uzanmış ve ağırlaşmış göz kapaklarıyla, dalgın ve abuk sabuk "yüzleşme" seanslarına. Teneffüs zili çaldıktan sonra da süren bir tartışma yok ortalarda. Dergiler, twitter, gazeteler ve televizyonlar "operasyondan" geçilmiyor. Son derece kötü ve adi bir dünyevileşme süreci içindeyiz.
*
"Liberal", "demokrat", "muhafazakar", "dindar", "solcu" entelektüellerin güncel ve somut karşılığı olmayan dertleri-tasaları nedir bu gün? Büyük hülyaları nedir? "1915" çözüldüğünde, Necip Fazıl "suçüstü" yakalandığında, Boğaziçi Üniversitesi'nde mescit açıldığında, Kürt meselesi çözüldüğünde, ekonomik çelişkiler alaşağı edildiğinde geride kalacak olan tasa ne olacaktır? Bu sorunları aşmış olan entelektüellerin büyük dertleri, büyük hikayeleri, büyük hülyaları nedir? Sorunların aşılmasından sonrasına yaptığımız duygusal yatırım, o sorunları nasıl çözümleyeceğimizi de belirleyecektir. Sorunları hafifsediğimi düşüneceklere peşinen söylüyorum: Sorunların ciddiyetini fark etmenin bundan başka bir yolu yoktur.
*
Her tartışmanın gizli konusu "hamburgermiş" gibi gelmiyor mu size de? Bu ülkenin bütün zenginlik yüklerinin küçük bir "Demokrasi" paketine/poşetine sıkıştırıldığı acı izlenimine sizler de kapılıyor musunuz ara sıra? Bir fikrin içine bir gecede doluşturulmuş gecekondu "aydınlarının" giderek kalabalıklaştığını sizler de fark etmiyor musunuz?
*
Necip Fazıl'ın nasıl tartışıldığını gördük hepimiz. Ayıp değil midir bu? Bu ülke için israf değil midir? Size şunu söyleyeceğim. Necip Fazıl'ın "Çile"siyle bir gece sabahlayın, bütün iddialarınızın (bambaşka sebeplerle, aklınıza hiç gelmeyen çok daha büyük sebeplerle) asılsız olduğunu fark edeceksiniz. Bulduğunuz her delil sizin yüzünüzü kızartacak; onun değil. Türkçenin tuhaf, toprak altından geliyormuş izlenimi veren boğuk ve büyük metafizik sesidir o. Yapmayın.
*
Ve dindar-muhafazakarlar da terazinin öbür kefesine doluşmasınlar hemen. Efendim, Nazım Hikmet de "Kuvayi Milliye Destanı"nı hapisten kurtulmak için yazmıştı. "Beni Stalin yarattı" demişti. SSCB'den para almıştı. Evet, öyle görünüyor. İstiklal Savaşı'nı 1949'da yüceltmek gerçekten de biraz tuhaf görünüyor. Diğer "suçlamalar" da zaten gerçek ve kayıt altında. Peki, Yevtuşenko'nun ve Sarte'ın ve daha bir çok yazarın şahit oldukları, buradaki herkesin de bildiği o sıra dışı insaniyeti, insan severliği ve o tertemiz şiiri ne olacak Nazım Hikmet'in?
*
Dünyasını beğenirsiniz veya beğenmezsiniz; ama zaten çok az yetişmiş insanları böyle gündelik politik-kriminal tartışmaların içine sokamazsınız. Şairleri böyle tartıştığınızda, artık hiç bir önemli meseleyi tartışamazsınız çünkü. Dahası, zaten enformasyon bombardımanında iyice büzülmüş, daralmış algıyı biraz daha daraltırsınız. Bu da ülkenizin -teneffüsten sonraki derste- fena halde hırpalanacağı anlamına gelir biraz.
*
Bir İngiliz yazarı Shakespeare'i -biraz da sömürgeci kibriyle- şöyle korumuştu bir zamanlar: "Bir Afrika yerlisi için Shakespeare, balık tutmasını bile bilmeyen bir zavallıdır.."


SON DAKİKA