Türkiye, neredeyse tektonik kırılmalar kadar keskin, ağır inanç/felsefe konuları konuşuyor. Ama unutmayalım; aynı tektonik kırılmalar, Türkiye'nin "parçalarını" da yerlerinden ediyor. Türkiye'nin "levhaları" kendi ezeli yataklarına doğru kayıyor yavaş yavaş. Türkiye kendi yatağına doğru ilerliyor. Türkiye'yi ziyaret eden yabancı gazeteciler ve sair eli kalem tutan insanların gözlemlerini özellikle izliyorum son zamanlarda. İstanbul'un önemli klişe mekanlarını ziyaretlerinden sonra, ziyaretlerine ekledikleri başka bir "klişe" daha var: "Dinamizm" görüyorlar. Dinamizmi izliyorlar, seyrediyorlar ve onun fotoğraflarını çekiyorlar bol bol. Çok haklılar. Çünkü deniyor ki Türkiye'de birkaç yılda oluşan değişim, Avrupa'da ancak 30 - 40 yılda oluyor. Hayır, ekonomi rakamlarından bahsetmiyorum. Sosyokültürel, hatta siyasi gelişmelerden bahsediyorum.
Türkiye hem debisi yüksek bir toplumsal nehir gibi akıyor, hem de yol boyunca suyunu, huyunu, önyargılarını, yaşama düzenini değiştiriyor. Koşarken felsefe okumak gibi bir şey bu. Ara sıra başına küçük kazaların gelmesi de bundan. Belki tartışmaların hararetlenmesi, konuların küçük fasılalarla gözden yitmesi ve ortada sadece kavganın ve çekişmenin kalması da bundan bence. Bunların dışında bir de başat sorunlar meselemiz var tabii. Ve asıl mesele de orada. Hep söyleniyor, Türkiye başat sorunlarını çözebilirse onu kimse tutamaz.
Başat meselelerin çözümü meselesinin tıkandığı yer, sanılıyor ki onların "çözülemez" olmasıdır sadece, hayır. Onları kimin çözeceği meselesi, onların özgül büyüklüğünden zaman zaman daha büyüktür. Bunu görüyoruz, yaşıyoruz. Çözmek için yola çıkanlara çeşitli manivelalar kullanılarak çelme takılması gördüğümüz, alıştığımız manzaralar. Çünkü Türkiye'nin önünü tıkayan bir büyük engeli kaldıran eli insanlar asla unutmuyorlar.
Geçenlerde bir tartışma oldu biliyorsunuz. CHP'nin yıktığı veya vaktiyle amacı dışında kullandığı camilerle ilgili. Doğruydu bu. Tartışmayı açanlar haklıydılar. Fakat şunu söyleyenler de haklıydı: Peki Menderes yapmadı mı? Yapmıştı maalesef. İstanbul'un trafik sorununu çözebilmek ve şehre büyük alanlar açmak için tarihi camileri yıkmıştı. O yüzden Vatan Caddesi'nde 100'ün üzerinde cami ve tarihi mekan, tarihe gömüldü. Büyük bir katliamdı bu. Peki, soralım şimdi. Bu neden halkımızın hafızasından silindi. Bunun bir "yara" olarak kalmış olması gerekmez miydi? Kalmadı ama. Hiç sorduk mu, neden? Benim verebileceğim cevap şundan ibaret: Çünkü aynı Menderes, halkın inançlarıyla, değerleriyle barışık bir adamdı. Aynı Menderes, memleketin bir (en az 1) başat sorununu çözmüştü. Halk onu "Ezan'ı serbest bırakan insan" olarak hatırlıyor. Başka bir şeyle değil; bununla hatırlıyor. Halk için o mesele başat bir mesele haline gelmişti. Başat meseleyi çözeni halk unutmuyor. Aynı şekilde Atatürk'ü Koruma Kanunu'nu da Menderes organize etmişti. CHP'nin o yıllarda (1950'ler) Ticani Tarikatı'nı kullanarak Atatürk'ü istismar etmesinin önüne böyle geçmişti. Ama halk hiçbir zaman Menderes'i o kanunla da hatırlamadı.
Demek istediğim şu. Türkiye eğer önümüzdeki süreçte Kürt meselesi ve azınlıklar gibi meseleleri Türkiye'nin hayrına olarak çözmeyi başarabilirse, memleketin bugün, yarın ve öbür gün -arada ne olursa olsun- asla unutmayacağı kişi bellidir. Eğer biz Finlandiya veya Danimarka olsaydık, elbette bizim başat sorunlarımız ekonomik sorunlar olurdu. Ama öyle bir avantajımız/dezavantajımız yok. Evet, hem iyi hem kötü bu. Kötü; çünkü çok yoruluyoruz: Koşarken felsefe okumak zorundayız. İyi; çünkü Türkiye'nin özgül dinamizminin "dinamosu" bu. Koşarken felsefe okumak/konuşmak/tartışmak bizi ne kadar yorarsa yorsun; muhalefet ne kadar ayak diretirse diretsin; Türkiye'nin dinamizmi bazen hiç çözülmeyen meseleleri -onları eskiterek bile olsa- çözebiliyor. O yüzden gelecekten umutlu olmamız gerekiyor.
Son söz: Türkiye, neredeyse tektonik kırılmalar kadar keskin, ağır inanç/felsefe konuları konuşuyor. Ama unutmayalım; aynı tektonik kırılmalar, Türkiye'nin "parçalarını" da yerlerinden ediyor. Türkiye'nin "levhaları" kendi ezeli yataklarına doğru kayıyor yavaş yavaş. Türkiye kendi yatağına doğru ilerliyor. Taş, yerine oturdukça "ağırlaşıyor." Bu yolculukta, aklı erenlerin, eli kalem tutanların yapması gereken şey, bana kalırsa, yapıcı eleştiriyi esirgememektir.
10-22 MAYIS 2012