Selahattin Yusuf

04 Aralık 2012, Salı

İnternette “göz teması” ikonu yok!

Avrupa-merkezli ilerleme ve aydınlanma fikriyle donanmış bizler, uzun zamandır şuna inanıyoruz. Eski çağlarda insanlar mağaralara birtakım kaba, "ilkel" işaretler çizerek anlaşıyorlardı. Peki, bizden 6500 yıl sonra sosyal antropologlar toprağın altında bir takım işaretler, yön tabelaları ve hepsinden önemlisi "ikonlar" bulduklarında ne düşünecekler?

Uzun uzun düşündüm bunu. Önce "İnternette Göz Teması Yok" diye yazdım. Ama sonra anladım ki bu başlık, anlatacağım derdi tam karşılamıyor. Sonra "ikon"u ekledim. Aslında başlık bu haliyle ne demek istediğimi anlatıyor. Ama belki vakti kısa olanlar vardır. Malum, hız çağında yaşıyoruz ve o ünlü anekdotu hepimiz biliyoruz. Bir İngiliz soylusu, vaktiyle sevgilisine yazdığı uzun bir mektubun sonuna şöyle bir hamiş eklemiş: "Mektubumun biraz uzun olmasını bağışla; daha kısa yazabilirdim, ama yeterli vaktim yoktu buna." Eh, biz de yazı boyunca uzayalım o zaman biraz.

Bundan birkaç ay önce, Facebook'ta bir şey paylaştım. Acil bir durum vardı. Yoksul ve çaresiz bir insanın bir derdine çare olmamız gerekiyordu. Elimizden geleni yaptık; ama yeterli olamadı. Acilen yazdım Facebook'a. O arkadaşın iletişim numarasını da verecektim. Bir kişi yazdı mesaj. Ve o çaresiz insanı arayıp ona yardım da etti, sağ olsun. Buraya kadar her şey normaldi. Ama ertesi gün sayfamı tekrar açtığımda gördüğüm şey, en az o çaresiz durumdaki arkadaşımızın durumu kadar düşündürdü beni: Herkes bu imdat çağrısının altındaki "beğen" tuşuna basıp geçmişti! "Basıp geçenler" insanlıktan, şiirden, şarkıdan, derin düşünceden, insan olmanın zorluklarından, düşene yardımdan, yüreğine sağlıklardan, ışıklar içinde yatsınlar, iyi sıhhatte olsunlardan bahisle "sinede toplu vuran yürekler" olarak "insanlığın" bayraklarını yükseltmiş yürüyüş eyliyorlardı! İşin afiyet kaçırıcı tarafı, kendimi de onların arasında belli belirsiz seçebilmenin incitici başarısını gösterebilmiş olmamdı.

Twitter'da da oluyor böyle şeyler. "Yeni insanın" (bence internet yeterince devrimdir ve ortaya çıkardığı insana 'yeni insan' demek için artık yeterince sebep birikmiştir) karakterine ve dünyasına ilişkin ilginç ipuçları yakalıyorum bazen. Ve ister istemez düşünüyorum. Bazıları gibi çok karamsar değilim. İnsanlık, önünde sonunda kendisi olarak kalıyor. İfrat ve tefrit, çalkalanıp son anda kendi doğal yatağına yerleşiyor. Ancak, hiç değilse büyük harfle yazılan "Teknik" meselesini, Heidegger'den itibaren yeniden ve ciddi ciddi düşünmekle görevliyiz. Onun teklif ettiği bir mesele olarak, onun teklif ettiği gibi "kaygı"lanarak düşünmeye devam etmeliyiz. Mecburuz buna. Nihai tahlilde hasar-tespit çalışmalarının sonuçlarını ya önceden tahmin etmemiz, ya da gözlemlemeye devam etmemiz lazım. Günlük hayatın içinde yapmalıyız artık. Düşünce gündelik hayatın içine daha fazla ve hızlı girip çıkmalı. Gündelik hayatın filozofisi, hiç olmadığı kadar elzemdir artık. Çünkü insan-moralite dengesi şimdi çok kısa sürelerde kuruluyor ve bozuluyor. İnsan ve onun hayatın içindeki halleri üzerine düşünen vicdan sahibi, derinlik ve hikmet sahibi yazarların fazla mesai yapmaları gerekiyor.

"Yeni insan" şehirlerde etrafına örülmüş ısı-geçirmez izolasyonu suni güneşlerle aşmaya çalışırken bir yere kadar tatmin oluyor. Ama bir yandan da bu steril ve zararsız-faydasız iletişim biçimiyle aslında özünü onulmaz biçimde yaralıyor. Kendini unutuyor çünkü. İnsanın çok yönlü yeteneklerini, gerçek "sevinç" kaynağı olan öteki insanla iletişimin varlığını, muhabbetini, sıcaklığını, sürprizli çareler üreten hasbihalin geniş tarifsizliğini unutuyor. Aslında kendini unutuyor.

İnsanın dil öğrenme yetenekleriyle düşünme melekelerinin gelişmesi arasındaki korelasyona dikkat çeken düşünürler oldu şimdiye kadar. Hala da var ve haklılar. Mesela onlardan biri, tesadüfen seyrettiğim bir videoda, Kıta Avrupa'sında ve dünyanın muhtelif yerlerindeki Musevi kökenli yazarların-düşünürlerin-sanatçıların belirgin başarı farkları üzerine konuşurken, mealen şöyle diyordu: "Onlar, vaktiyle mahkum bulundukları tarihi konum itibariyle birçok dille ve kültürle temas etmek durumundaydılar. Birçok dili öğrenmek durumundaydılar. Farklı dilleri küçük yaşlardan itibaren öğrenmek durumunda kalmak, onların zihnin melekelerini kuvveden fiile çıkarıyordu.." Uzun yıllardır soruyordum bu soruyu kendime. Cevabını şimdilik -hiç değilse hemen hemen- buldum.

Avrupa-merkezli ilerleme ve aydınlanma fikriyle donanmış bizler, uzun zamandır şuna inanıyoruz. Eski çağlarda insanlar mağaralara birtakım kaba, "ilkel" işaretler çizerek anlaşıyorlardı. Peki, bizden 6500 yıl sonra sosyal antropologlar toprağın altında bir takım işaretler, yön tabelaları ve hepsinden önemlisi "ikonlar" bulduklarında ne düşünecekler?

26 NİSAN - 9 MAYIS 2012

SON DAKİKA