"...Okumuş bir İstanbul çocuğu ile bir Anadolu köylüsü arasındaki fark, bir Londralı İngiliz ile Pencaplı bir Hintli arasındaki farktan daha büyüktür..." (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, 1932). Çok tartışılmış romanda, Modern Türkiye'nin kurucu aydın(!) "KADRO"sunun bu önemli (kıymetli demiyorum-kötü bir roman yazarı ve gayretsiz bir fikir adamı!) yazarına şunu sormalıyız: NEDEN İngiliz-Hintli karşılaştırması? Neden Efendi-Köle milletler geldi ilk aklınıza? Neden, mesela Petersburglu bir okumuşla, diyelim bir Bingazili'yi karşılaştırmadınız? Ya da başka iki şehri ve milleti? Neden, biri sülük diğeri besin olmuş iki şehir? Çünkü Modern Cumhuriyet'in fikri alt-yapısını oluşturan kadro içindeki yazarın kafasında bir problem teşkil etmez bu. Şema "Efendi-Köle" şemasıdır ve bilinçaltında ne yazık ki onaylanmıştır. Roman boyunca bağımsızlıktan, ilerilikten ve manda-karşıtlığından (yani İngiliz ve ABD mandasından) nefretle ilerleyen bu sözüm ona "diskur romanı" farkında olmadan gaz çıkarmıştır burada.
Gerçekten manda karşıtı kimdir? Ruhu özgürlüğün gerçek ateşiyle yanmış kimdir? Batı karşısında -ruhu zehirlenmeden- baş kaldırmış kimdir? "Pencaplı" Gandhi'dir. Hindistan'ı elindeki bir avuç tuza, çardağının atına kurduğu o iptidai çıkrığa ve Hintli köylülerin mahrum, mağdur, tarifsiz hüzün içindeki "Anadolulu" gözlerine baka baka özgürlüğüne kavuşturan "Bapu" Gandhi'dir!
Enerji Bakanı'nı "protesto" etmek için kalktı kıyam eyledi ya o Köroğlu arkadaşımız. Hani korumalar müdahale etmek üzereyken Bakan durun, dedi, bırakın! Hani Egemen Bağış'a İzmir'de yumurta attılar ya. Gençler. Bu arkadaşların sayısı Türkiye'de son zamanlarda arttı, biliyorsunuz. Arttı ve herkes oturup kalkıp protestoların sonuçlarını tartışıyor. Yok, bilmem yumurta fiziksel zarar verirse ceza hukukuna göre bir şey imiş. Yok, sarısı akarsa bilmem ne olurmuş. Bu tartışma ve analiz gündeminin "derinliğini" ve Türk ileri aydınına kaybettirdiği zamanı takdirlerinize bırakıp geçiyorum.
Babası yaşındaki Enerji Bakanı karşısında, o arkadaşımızın kendine ne kadar güvendiğini gördünüz, değil mi? Benim iddiam şudur: Kendilerine bugünlerde Atatürkçü Gençlik, Türk Solu vb. adlar verebilen bu arkadaşların öfkesi, tastamam bir "Efendi Öfkesi"dir. Gizliden efendidir o arkadaşlar. "İstanbullu, okumuş" aydınların çocuklarıdırlar onlar. Bilinçleriyle yumurta atan o güzel Türkçe meraklısı insanların bilinçlerinin altında İngiliz mandası -kelimenin ikinci ve Türkçe anlamıyla- yan gelip çamura yaymaktadır. Türkiye'de özgürlükçü olmayan sol, ekseri eli yüzü düzgün, Türkçeyi yün hırkalar içinde ve yumuşacık bebe odalarında layığıyla ikmal etmişlerin çocuklarıdır. Biri bize, "Kafa Dengi" programına mail atıp küfür etti bir arkadaşımıza; "Menderes devrimciydi dedi" diye. Evet, İdris Küçükömer, Hikmet Kıvılcımlı, Kemal Tahir gibi namuslu ve özgürlükçü solculara da isabet etti o arkadaşın küfürlü çürük yumurtası!
Ankara Siyasal'da bir yurt seçimi anlaşmazlığında bir gün etrafımı 40 ülkücü sarmıştı. Birkaç hafta okula uğramamam tavsiye edilmişti. Okula "uğramaya" devam ettim elbette. Ülkücülerle de asla anlaşamadım. Geçenlerde bir vesileyle hatırladım o günleri. Dücane Cündioğlu bir mülakatında şu cümleleri etti: "12 Eylül'de Ülkücülere de çok işkence edildi elbette; ama onlar, biraz Anadoluluk, biraz da mahcuplukla, bunları gizlediler, anlatmadılar.." Necip Fazıl'ın söylediğini de hatırladım onu okuyunca. Hapiste suratına okkalı bir tokat patlatan jandarmayı; "Ne yaman delikanlı! Anadolu işte buydu!" diye anmıştır, sonradan. Bu, işte Pencaplıların "Entente Cordiale"ıdır. Bir ucu da bugünün, ister beğenin ister beğenmeyin -ama delikanlı olun!- Ak Parti sosyolojisine çıkar.
Sermayecilik, israf ve madde vahşetinin günden güne Türkiye'nin ciğerlerine daha çok sindiğini görmenin derin üzüntüsü ve hüznü içinde, polis şiddetinin hamile kız kardeşimin karnına inen tekmesini hâlâ hafızamda tutarak, üstünden atlanan bir gerçeği tutup kaldırmak istiyorum: "Yaban" şimdi eğitemediği, insanlaştıramadığı, iğrendiği Pencaplıları yumurtalamaktadır! İktidarı değil.