AK Parti 2002 seçimlerini kazandığından bu yana sürekli "gericilikle" ve "antidemokrat" olmakla suçlandı. AK Parti "gak" dese, "gak gerici bir söylemdir" diyen medya tarafından yargısız infaza tabi tutuldu.
Tabi kendisini bu ülkenin aydını sayan ya da aydın "mış" gibi davranan insanların yazıları ve söylemleri de farklı değildi. Madem ki muhafazakarların oyunu almış bir iktidar vardı o zaman hepsinin derinlerde yatan gerçek yüzleri ortaya çıkıyordu.
Anladık ki o insanlar için "ideoloji" demokrasiden de hakkaniyetten de önce geliyordu. Türkiye'nin son 10 yılda demokraside, ekonomide, insan haklarında, sosyal politikalarda ve devletin kendi geçmişiyle yüzleşmede ne kadar yol aldığının aslında birçoğu farkında. Ama gözlerine soksanız da onlar için herzaman ideolojileri daha önemli. Fakir fukarayı dindar bir Hükümetin gözetmesini hazmedemiyorlar. Kürt sorununu bitirmek nasıl olur da dindarların oyu ile iktidara gelenlere nasip olabilir? Bunlar onların hafsalasının alacağı şeyler değil. Gerçekten zorlanıyorlar.
***
Bu 10 yılda hiç mi hata yapılmadı? Tabi ki yapıldı. Zaten insaf sahibi insanlar da objektif bir dille bu hataları eleştirdi ,eleştirmesi de gerekiyordu. Eleştirmeselerdi zaten problemdi. Ama bunları yıkıcı bir değil de yapıcı bir şekilde eleştirince, aydıncıklarımızın hiç hoşuna gitmiyordu.
Onlar ağzıyla kuş tutsa da muhafazakar-demokrat AK Parti iktidarını suçlayacak yeni şeyler buluyorlardı muhakkak.
Öyle çok suçlandı ki AK Parti,
İlk önce "Bunlar Dinci" denildi. Ülke tez zamanda Şeriat sistemine geçecekti. Türkiye'ye korku saldılar. Ama ne oldu, fos çıktı.
Arkasından "Mahalle Baskısı" söylemi geliştirildi birilerince. Şerif Mardin'in bir cümlesinden sosyolojik külliyat çıkardılar. "Bunlar kendilerinden olmayan herkese baskı yapıyorlar" dediler. Anket üzerine anketler devşirildi. Oysa kimsenin kimseye baskı yaptığı yoktu. Kimsenin yaşam tarzına zerre kadar müdahale edilmedi. Yani bu iddia da fos çıktı.
Ardından "Sivil vesayeti" dillerine doladılar. "Efendim askeri vesayet bitmişti ama bu sivil vesayet çok fenaydı. Keşke ordu darbe yapsaydı da bu günleri görmeseydik." Bu kadar saçma ve ironik bir noktaya kadar vardırdılar işi. Sonucun ne olduğunu söylememe gerek yok.
Sivil vesayet tutmayınca bu kez "Türkiye Malezyalılaşıyor" söylemleriortalığı kasıp kavurdu. Aydınlar(!), yazar çizerler, enteller o kanal senin bu kanal benim tv tv gezip "Malezyalılaşmak" üzerinden korku salmaya devam etti. Ama o da yemedi.
Yetmedi, "Eksen Kayması" diye bir şey keşfettiler. "Türkiye İran oluyor, eksenimiz Batı'dan Doğu'ya kayıyor" diye ağlıyorlardı resmen. Batıyı bildiğini sanan birkaç monşer de çıkıp bunları, doğrulama telaşına düşüyordu. Ama o sırada Türkiye AB için Brüksel'e çıkarma üzerine çıkarma yapıyordu. Anlayacağınız eksenimiz de kaymıyordu yörüngemiz de.
Bazı liberaller bu defa bastırmaya başladı; "AK Parti Devletleşiyor!" "Ankara'dan çıkamıyorlar Hükümet demokrasi getireceğine Ankaralılaşıyor" diyerek atılan bütün demokratik adımları bir çırpıda kenara itmeye çalıştılar. Ama bu da fos çıktı.
Bütün bunlar tutmayınca solcular ve bazı liberaller "AK Parti Milliyetçileşiyor" diyerek bastırmaya başladı. Oysa Başbakan "Her türlü milliyetçilik ayaklarımın altındadır" diyerek onları birkez daha şoka uğratacaktı.
"Bunlar Kemalist Dindar" diyen bazı liberaller, bu söylemleriyle Hükümet üzerinde yeni bir baskı cephesi açmaya çalıştı.
Ya patronaj kararları ile işsiz kalan gazetecilere ne demeli? Köşesini kaybeden her yazarın ardından "Sansürcü Hükümet yazarları kovdurtuyor" yaygarası başlattılar.
"Herkes Başbakan'ın hışmından korkuyor. Kimse hükümet aleyhine haber bile yapamıyor. Gazeteleri ele geçirdiler" diye ağlaşırken bırakın eleştiriyi hükümete ağız dolusu hakaret eden onlarca gazeteyi yok sayıyorlardı.
***
En son Hasan Cemal "İşten atılmamı Başbakan değil patronaj istedi" dedi. Ama Hasan Cemal, aylarca kendi ismi üzerinden hükümete karşı yapılan eleştirilere de sessiz kaldı maalesef.
Bugün bile gelişmiş Batı ülkelerindeki gibi alkolle mücadele yönünde atılan her adım "Bunlar dinci, alkolü yasaklıyorlar" diye ortalığı velveleye vermiyorlar mı?
iktidar kendilerine verilse yüzlerine gözlerine bulaştıracak olanları hiçbir şeyin tatmin etmediğini anlıyoruz.
Son bir yıldır da "Padişah sanıyor Başbakan kendisini", "Başkan olarak seçimle başa gelen dünyanın ilk diktatörü olacak" diyorlar. Cümlelerindeki zavallı çelişkiyi bile farkedemeyecek kadar büyük bir yenilgi psikolojisiyle sürekli saldırıyorlar.
Fakat Türkiye'de son on yıldır artık rutine bağlanmış bir sistematik var. Yani,
Birileri konuşuyor, birileri çalışıyor…