Son günlerde 28 Şubat'ın yıldönümü, soruşturması ve o dönemle ilgili tanıklıklar medyada daha sık yer alınca bazıları rahatsız oldu.
Hatta bazı yazarlar, "Siz de işkence mi gördünüz sanki bu kadar çok ağlıyorsunuz!" minvalinde yazılar döşendi.
Sürekli solcuların gördüğü işkenceye karşı mütedeyyin camianın işkence görmemiş olmasını dile getiriyorlar. Bu milleti tanımadıkları için böyle söylüyorlar. Çünkü bunun çok kısa bir cevabı var. O da şu; millet illegaliteye kaymak, eline silah almak yerine "Aslında devlet benim devletim. Şu anda bana zulmediyor diye silaha sarılmama gerekmez" diye düşündü, o kadar! Fark, aidiyet sosyolojisinden kaynaklanıyor anlayacağınız.
1960'ta da, 1980'de de, 28 Şubat darbesinde de mütedeyyin kesimin solcular kadar fiziksel işkence görmemesinin nedeni devlete duyulan bu aidiyet duygusu idi.
Ancak her şey fiziksel işkence midir? Hayır! Mütedeyyin kesim daha büyük bir kitleyi teşkil ettiği için gördüğü "psikolojik işkence"nin boyutu da fiziksel işkenceden daha ağır ve kitlesel oldu.
***
Bu psikolojik işkencenin mağdurlarından biri de Gül Çınar. Gül Çınar'in öyküsünü dinledikçe acıları kıyaslamanın anlamsızlığını görüyorsunuz.
"Aslında herşey Milli Güvenlik Dersi'nde başladı. O döneme kadar Türkiye'de başörtüsü sorunu olduğunun farkında bile değildim. Çünkü Eyüp İmam Hatip Lisesi'nin bahçesini dolduran bıcır bıcır ve hayat dolu öğrencilerdik" diyor Gül Çınar.
Milli Güvenlik Hocasının "derslere başörtüsü ile giremezsiniz uyarısıyla" sarsılan Gül Çınar için asıl zorluk, Eyüp İmam Hatip Lisesi'ni bitirdikten sonra başlıyor.
Başörtüsüyle sınavlara giremiyor, girse bile katsayı zulmünün ne demek olduğunu öğreniyor. Öyle ki parasını vererek gittiği özel dershane bile başörtüsünden dolayı onu derslere sokmuyor.
***
Bütün bunların bir "zorluk" değil bir "engel" olduğunu anlayan Gül, her başörtülü gibi soluğu yurtdışında alıyor.
Lakin diğer başörtülü öğrencilerden bir farkı var Gül'ün. Bağımsız olarak kendi araştırmasını yapıyor ve kimseden yardım almadan okuyacağı ülkeyi ve okulu kendisi seçiyor.
"Avrupa'daki bütün üniversiteleri araştırdım hepsinde başörtülü okuyabiliyordum okuyamadığım tek üniversite kendi ülkemdekilerdi" derken de gözleri doldu dolu oluyordu Gül Çınar'in.
Viyana Üniversite'sinde İletişim okumaya karar kılan Gül Çınar, orada kalacağı yurt söz konusu olunca Kilise yurdunu tercih ediyor. Çünkü Kilise yurdu hem daha uygun fiyatlı hem de kız erkek karışık değil.
"Kilise yurdunda bize çok iyi davrandılar. Bir sürü Müslüman öğrenci kalıyordu ama bize karşı en ufak bir önyargı, bir ötekileştirme yaşamadık. Ne yurt yöneticilerinde ne de orada kalan farklı din ve milleten insanlardan" diyor Gül.
Hatta yurtta kalan diğer Müslüman arkadaşlarımdan biri sabah namazına kalktığında oda arkadaşı şikayet ediyor "beni rahatsız ediyor" diye. Ama yurt yönetimi Müslüman öğrenciyi haklı buluyor "insanların inanç özgürlüğü var" diyerek.
Gül Çınar, "Kendi ülkemden başörtümden dolayı adeta kovulmuşken bir Kilise yurdunda namaz kılma özgürlüğümün olması beni hem çok şaşırtıyor hem de ülkem adına üzüntülere sürüklüyordu. Ülkemi çok sevdiğim için insanlara "başörtüsü yasağı yüzünden zorunlu olarak buraya geldim" diyemiyordum ama herkes biliyordu. Çünkü akın akın başörtülü kızlar Avrupa yollarına düşmüştü" diyor Gül Çınar.
Ciddi acılar çektiğini, gurbetin ateş gibi ciğerini yaktığını söylüyor ve ekliyor Gül: Hiç unutmuyorum bir gün annemi aradım o ağlıyor ben ağlıyordum. Tek kelime konuşamadan on dakika karşılıklı ağlayıp kapattık telefonu. Okulumu yarım dönem erken bitirip diploma almayı bile beklemeden hemen döndüm. Okulumu bitireli bir kez bile gitmedim Viyana'ya. Evet güzel günlerim de geçti orda ama ben sürgüne gönderilmiştim oraya ülkem tarafından."
Memur Sen kamuda kıyafet özgürlüğü için tam 12 milyon imza topladı. 12 Milyon insan kamuda başörtüsü özgür olsun dedi. İnanç özgürlüğü anayasa ile garanti altına alınsın dedi..
Darbeci-dayatmacı-ceberrut zihniyetin bundan böyle hiç kimseye inancından dolayı ne fiziksel ne de psikolojik işkence yapmamasının, yapamamasının yolunu sağlamalıdır bu ülke. Hem Müslümanına, hem Hıristiyanına hem Yahudisine hem de Alevisine.
Başbakan Erdoğan ve Hükümet, çözüm süreci için kolları sıvamışken, yasakçıların milletin başına bela ettiği bu büyük sorunu da ilelebet tarihe gömmeli .
Madem ki Dersim'den başladık, terör belasına kadar geldik. Başörtüsüne hayatın heralanından özgürlük verilerek ,Türkiye'nin karanlık geçmişini hatırlatan bir utançtan daha kurtarmalıyız.