MERYEM GAYBERİ

MERYEM GAYBERİ

04 Mart 2013, Pazartesi

Medya destek verse ölür mü?

İmralı görüşmelerinin basına sızmasından sonra Başbakan Erdoğan'ın, sürecin hassasiyetini gözetmeyen bazı medyaya yönelik sert açıklamaları oldu.

Tabi bazı gazeteciler "önemli olan ilkedir, objektifliktir, biz de gazetecilik yaptık" diyerek savunmaya geçti.

Bir kere hiçbir edisyondan geçirilmeyen ve 3,5 saatlik görüşmenin "zabtı" olarak lanse edilen metni basmanın gazetecilik olduğu tartışılır.

Bir de burunlar bir karış sanırsınız ki hepsi birer Watergate skandalını ortaya çıkaran gazeteci Bob Woodwar!

Halbuki "Al bas" denmiş ve onlar da basmış. O kadar net belli oluyor ki.

Nasıl var güçleriyle savaşıyorlar barış gelmesin diye. Sızma olayı barış sürecini azıcık sendeletse de süreç yoluna devam ediyor. Belki 3,0'lık bir deprem etkisi. O kadar.

İnsan hayatı karşısına "objektif gazetecilik kriterlerini" koyanların kurduğu denge bile üzüntü verici.

Mesela 28 Şubat sürecinde medyamız neden aynı objektif duruşu göstermedi?

Ya da darbeciler ve cuntacılarla ilgili gelen bilgileri niçin bir nokta olsun yayınlamadılar. Hatta belgeleri yayınlayan gazeteleri suçladılar.

***

Her sözüne "süreci destekliyorum" diye başlayan ama satır aralarında devlete, topluma, örgüte herkese akıl vermeye kalkan köşe yazarları gibi bazı gazeteler de çözüm sürecini görüntü olarak destekleyip arkadan iş çeviriyor.

Siyasetin medyaya akıl vermesi ya da medyanın siyasete akıl vermesi kendi aklını dayatmak istemesi neredeyse Türkiye'nin geleneklerinden biri haline geldi.

Özellikle bazı medya organları ve yazarlar, önemli gördükleri konularda, kontrolün elinden gitmesine bir türlü tahammül ediyor. Hazımsızca akıllar veriyor, dezanformasyona baş vuruyor, manipüle ediyor hatta kendi "doğrularını"dayatıyor.

28 Şubat medyasının klasik tarzı idi bu tür gazetecilik. O geleneği sürdürmek isteyenleri, "Geçti artık o devirler" diye uyandırmak şart. Son olayda uyanamadıkları gördük açıkça.
***
Türkiye çok önemli bir süreçten geçiyor. Asırlık bir kırılma süreci de denebilir.

Çok hassas ve tamamen akıl dolu bir sağduyu ile yürütülmesi gereken bir süreç bu. Siyasetçisinden medyasına, sermayesinden yargısına hatta sokaktaki, tarladaki, kahvedeki insana kadar herkesin hassasiyet göstermesi gereken bir süreç.

Herkesten beklenen duyarlılığın medyadan da beklenmesi, çok mu "diktatoryal" bir tavır?

Hatta bu süreçte en büyük sorumluluk siyasilerden ziyade medyanın omzundadır. Habur'da neler yapabileceğini görmüştük çünkü medyanın?

Herkesin ortak bir barış dili kullanması gerekirken medyanın bunun dışında tutulması düşünülebilir mi?

Aydın Doğan barış süreci başladığında genel yayın yönetmenlerini ve gazetecileri bir araya toplayarak sürece destek verilmesini istedi. Ve bu anlamda takdir kazandı insanlardan. Bunu da not etmek lazım…

***

Toplumun büyük bir çoğunluğu Başbakan Erdoğan'a "Bu sorunu çöz, artık analar ağlamasın, barış ve huzur içinde yaşamak istiyoruz" diye yetki verdi.

Siz bakmayın bazı yazarlara, aydınlara. En Batı'sından en Doğu'suna kadar ülkenin büyük çoğunluğu, sabotaj girişimlerini umursamadan Başbakan'ın süreci tamama erdirmesi için dua ediyor.

Başbakan Erdoğan bu sürece girerken "önümüzde zorlu bir yol var, her türlü zorluğa rağmen bu sorunu aşmakta kararlıyız. Barış için gerekirse baldıran zehri bile içerim" diyerek çok dik bir duruş sergiledi.

Bazıları ise hala barış sürecini anlayamıyor. Görüşmelerde sadece Hükümet değil devlet aklının da devrede olduğunu anlayamıyor.

Oslo sızdırmaları nasıl hayra döndüyse bu da hayra döner inşallah. Millet de artık "Habur"daki medya dolmuşuna binmeyecek kadar sağduyulu.

Demem o ki medya "artık ölümler olmasın" diye başlayan barış sürecine destek verse ölür mü?

SON DAKİKA