Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HINCAL'IN YERİ HINCAL ULUÇ

Federasyon Başkanı seçilmeli!.. Gerçekten seçilmeli...

Türkiye'de futbol, yasal olarak özerk bir federasyon tarafından yönetilir. Yani devletin futbol üzerinde, idari vesayet dışında hiçbir yetkisi yoktur. İdari vesayet yetkisi, sorumlu Spor Bakanı'ndadır. Bir yolsuzluk, kanunsuzluk gördüğü takdirde, Federasyon Başkanı ve kurullarını fesheder ve yeni seçim için futbol kurultayını toplantıya çağırır. Hepsi o..
Peki seçime kimler katılır, oy verirler?.
İşte bizdeki yanlış o.. "Federasyon" aslında "Kulüpler Birliği" demektir. Bugün oynanan futbolu "rugby"den üreten İngilizler, bu yeni oyuna "soccer" dediler..
Soccer, "association"dan türetilmiş bir sözcük. Association, kulüplerin birleşmesinden oluşan bir üst yapı, yani birlik.. Yani federasyon...
Rugby'den ayrılarak bu yeni oyunu oynayan kulüpler birleştiler ve "futbol association"u kurdular. Bu yeniyi, eskiden ayırmak için de adını "association futbolu" koydular. Giderek, isim kısaldı. Bazıları bizim gibi sadece "futbol" derken, bazıları da Amerikan futbolu gibi gene rugby'den üretilmiş başka futbol türleri ile karışmasın diye, association'u esas alıp "soccer" dediler.
Bunları "ukalalık" diye anlatmıyorum. Söylemek istediğim, futbol, icat edildiği günden beri, resmi bir Kulüpler Birliği, yani federasyon tarafından yönetilir. Bu federasyon adlı kurumu da kulüpler oluşturur ve yöneticilerini seçerler..
Federasyon bizde de seçilir.. Ama öyle bir yasamız var ki, seçimi yapan genel kurulda kulüp oyları azınlıkta.. Devlete bağlı sportif örgüt temsilcileri çoğunlukta..
Yani, uygulamada, kulüpler hangi isimde birleşirlerse birleşsinler, devlet isterse, istediğini seçtirir. O zaman da bunun adı "seçim" değil, "atama" olur..



Ben 1957'de spor yazarlığına başladım. O günden beri, Futbol Federasyonu ile ilgili sayısız değişiklikler gördüm. Başta resmen "atama" idi. Beden Eğitimi Genel Müdürü atardı. Yani devlet.. Sonra Spor Bakanlığı kuruldu. Bakan atamaya başladı.
Gene devlet.. Sonra seçim sistemine geçildi. Ama genel kurulda kulüp oyları, memur oylarının altında kalınca, iş gene gizli atamaya döndü. Bu işe hiç müdahale etmeyenler bile sistemin yanlışlığı yüzünden dedikodulara boğuldular.
İstifa eden Nihat Özdemir Federasyonu hakkında çıkarılan dedikoduları duysanız şaşarsınız.
İnanan da çok.. Neden?. Çünkü sistem kapıyı öyle açık bırakıyor ki, isteyen istediğine sallıyor. Bir de sosyal medyayı ekleyin.. Temiz insan nerdeyse yok..
Şimdi haziranda seçim var.. mı?.
Yoksa "atama" mı yapılacak?.
Bu dedikoduları önleyecek güç, kulüplerde var. Kulüpler Birliği diye de bir kuruma sahipler.. Ama palavra..
Kulüpler, birleşmekle değil, birbirlerini yemekle meşguller.
İnanın devlet aradan çekilse ve "Hadi kendi başkan ve yöneticilerinizi kendiniz seçin" dese, öyle bir kapışma, bölünme, öyle bir rezillik sahnelenir ki, utanırız.
Güya hepsi ayni kulübün hem de nasıl kalpten taraftarı..
Galatasaray'da olanları gördünüz?.
Bir kulüp kendi içinde aklı başında anlaşamıyor, adam gibi seçim yapamıyor..
Bir de Kulüpler Birliği..
Kimse beni güldürmesin..
İnanın.. Federasyon Başkanı, Beden Terbiyesi Genel Müdürü tarafından atanırken, işin başına en ehil olanlar gelir, futbol en seçkinlerle yönetilirdi.
Spor Bakanlığı kurulunca, işin içine "siyaset" girdi. Ondan sonra iflah etmedik..
Şimdi haziranda "seçim" var.. mı?.
Yoksa "atama" mı yapılacak?. Her gün bin yeni dedikodu.. Kim seçilirse, ardında bin çirkin dedikodu ile gelecek Riva'ya.. Ve biz de o dedikodulardan sıyrılmasını ve "güçlü" bir yönetim göstermesini bekleyeceğiz öyle mi?.
Daha şimdiden, "Muhtemel aday" diye adı geçen kaç kişi, hem de nasıl kirletildi, bilseniz?.

***


NEZİH... NACİ VE DE DAHASI...
Bazen uzun yaşamanın pek de iyi bir şey olmadığını düşünüyorum.. Durmadan gidenleri görüyorsun.. En yakınlarımdan gidenler.. Son zamanlarda ne kadar yoğunlaştı, ne kadar üst üste gelmeye başladı.. Hele de spor dünyasında..
Saygı duruşu ile başlamayan maç kalmadı..
Futbolcular yan yan diziliyor.. Bir boru sesi, yanık yanık duyuluyor.. Ama kim, ne için saygı, izleyiciler arasında bilen yok. Çünkü sunucu dersini hiç çalışmamış. Anlatan bilmiyor ki, kime saygı duyulduğunu.. Yahu başlamadan önce anlat, üç kelimeyle, rahmetliyi.. Bittikten sonra, geç açanlar için bir daha özetle, ardından milyonları saygıya davet eden "büyük" insanı, iki satır ne olur?.
Maç biter bitmez, hemen her spor kanalı saatler süren futbol programına başlıyor..
Lafa önce "saygı duruşu" yapılan kayıpla başlasanız..
Ordakiler iki laf etseler..
Yarın siz de gideceksiniz.. İstemez misiniz, sizin ardınızdan da böyle minik açıklamalar yapılsa.. Bilenler için anma, bilmeyenler için öğrenme, fena mı olur?.
Nezih Alkış bir efsaneydi.
Çalıştığı gazeteler, Milliyet ve Hürriyet, çok iyi verdiler..
Teşekkürler ikisine de..
"İhtiyar" adına teşekkür ederim. Namık Sevik ekolünden yaşayan kaç kişi kalmıştı zaten.. Nezih'le kuzen Doğan Şener sayesinde tanıştım. Milliyet Magazin Müdürü'ydü rahmetli. Her İstanbul'a gelişimde Cağaloğlu'na çıkar, ona uğrardım. O da beni alıp spor servisine götürürdü. Namık Ağbi ve ekibi ile öyle canciğer olduk.. Nezih en yakınım oldu. Sebep ben değil, o.. Öyle insan, öyle dost ruhluydu ki.. Hemen masasına davet eder, çayımı ısmarlardı. Sohbete dalardık..
Çok sakindi. Öylesi anlatılmaz. Ona "İhtiyar" derdim.. Yani adını, "Nezih"i unuturcasına.. Kızmaz, gülerdi.. Çünkü o "İhtiyar" olgunluğuna, "İhtiyar" sakinliğine ve "İhtiyar" bilgeliğine sahipti.. Telefon edip "N'aber İhtiyar" dedim mi, kahkahayı basardı..
Güle güle İhtiyar.. Güle güle can dost!.

*

Naci.. Naci Erdem..
Futbolcular içinde dostluk yaptıklarımdan.. Hele de Fener onu "Yaşlandı artık" diye yolladıktan sonra.. Baba Gündüz cevherin daha sönmediğini sezmiş, Galatasaray'a almıştı. Orda değişmez oldu. Şampiyonluk yaşadı. Hem de büyük rol oynadı. Tekrar Milli Takım'a seçildi. Pırlanta insandı..
Fevzi, Metin Oktay'dan sonra İzmir'in yetiştirdiği en büyük santrfordu. Onunla çok az yüz yüze geldik.. Ama o dost bakışlarını unutmam..

*

..Ve de Yılmaz Tokatlı.. Türk futboluna adını yazan Federasyon başkanlarından biri.. Sessiz, manşetlere çıkmadan çalışmayı severdi.. Çok iyi işler yaptı.. Başkan-gazeteci ilişkisinin ötesinde, iyi dosttuk ayni zamanda.. Geçen hafta onu da uğurladık.

*

Bir başkan.. Bir gazeteci.. Bir santrhaf.. Bir santrfor.. Yukardaki Dünya Kupası için lazım olanlar gidiyorlar sanki..
Hepiniz ışıklar içinde yatın!.

***


KOVİD AŞISININ MÜTHİŞ ETKİLERİ
En son yapılan bilimsel araştırmalar, Kovid geçiren hastaların da, yeniden hastalanmalarda ek aşılarla daha güçlü koruma sağladıklarını ortaya koydu.
Brezilya'da Kovid'den iyileşmiş 22 bin 566 hasta üzerinde yapılan araştırmalar, hastalıktan sonra yapılan Sinovac ve BioNTech aşılarının önemli ek koruma sağladığını buldu.
Ek aşının yapılmasından 14 gün sonra başlayan enfeksiyonlarda etkinlik, hastaneye yatış veya ölüme karşı Sinovac'ta yüzde 81, BioNTech'te yüzde 89 olarak ortaya çıktı.
İsveç'te 5 milyon kişide yapılan araştırma ise, bir doz aşının, aşısız, doğal bağışıklığa göre, yüzde 94 daha düşük hastaneye yatma riski sağladığını ortaya koydu.. İki doz aşı ise, hastaneye yatış riskini, ilk aşının yüzde 94'üne ek olarak, yüzde 90 daha düşürüyordu.
Yani sevgili okurlar,
Sakın ola, o aşı karşıtlarına inanıp durduk yerde sağlığınızı ve Allah göstermesin hayatınızı tehlikeye atmayın.. Bilime inanın. Palavraya değil..

***


YEŞİLÇAM'DA SANSÜR!..
Pazartesi Hürriyet'te hoş bir haber vardı.. Yeşilçam'da sansür..
1932 ile 1988 arasında Film Denetleme Kurulu'nda verilen sansür kararları kitaplaştırılmış. "Türkiye'de Sinemanın Sansürü" adlı kitapta 500 filme ait tartışmalar var. Bu kitabı alıp okumak gerek, nerden nereye geldiğimizi anlamak için..
Mesela "Acı Ekmek" adlı filmde baş kadın oyuncusu Bülent Ersoy. Sansür kurulu, "İçişleri Bakanlığı'na sorulmasına..
Bülent Ersoy, kadın mıdır, erkek midir" diye karar almış, iyi mi?.
Okurken, Yeşilçam'ın en popüler yönetmenlerinden Osman F.
Seden'le Erkekçe yıllarında bizi ziyarete geldiğinde sohbetimizi hatırladım..
Ankara ile arası en iyi yönetmen olmakla iftihar ederdi.. "Beni bile sansürde beklettiler iki defa" dedi.. "Filmde sansürlük hiçbir şey yok, ama karar gelmiyor, filmi vizyona sokamıyoruz.
Kalktım Ankara'ya gittim!." Kurul üyesi dostlarıyla konuşmuş..
Filmin bir sahnesinde, iki sevgili, Karadeniz sahilinde buluşup denize giriyorlar. Sahil Florya gibi.. Git git, su boylamıyor.. 100 metre falan açıkta, ayakta oynaşıyorlar..
Kurulun askeriye üyesi bu sahneye itiraz etmiş.. Gerekçe..
"Sovyetler Birliği bize savaş açarsa, Rus donanması, bu sahilin çıkarma yapmak için çok uygun olduğunu görür ve ordan saldırır." Bir tane daha anlattı, Osman Ağbi, plaj hikâyesi.. Bu defa Ege sahillerinde denize giriyor iki sevgili..
Yan yana oturmuşlarken, erkek kumları karıştırıyor ve eski bir sikke buluyor.. Antik Yunan'dan kalma ilk paralardan biri..
Sansür ona da takılmış..
"Rastgele oturduğun Ege sahilinde, parmak boyu kazımakla Yunan parası çıkarsa, bu sahillerin sahibinin Yunan olduğunu kabullenmiş gibi oluruz!." R
ahmetli Osman Ağabey, Genelkurmay'daki üst rütbeli generaller, ve İçişleri Bakanlığı'ndaki dostlarıyla konuşarak, filmlerini sansürden çıkardığını da anlatmıştı.

***


SEVDİĞİM LAFLAR
İki eski âşık sadece arkadaş olarak kalabiliyorlarsa ya hâlâ birbirlerini seviyorlardır ya da asla sevmemişlerdir.
Psikoloji uzmanları

***


TEBESSÜM
Eskiden dükkâna cebimde 10 lira ile girer, bir paket pirzola, bir kilo peynir, bir kavun, bir 70'lik rakı, iki somun ekmekle çıkardım. Bunu bugün yapmama imkân yok.
O kahrolası kameraları her yere astılar..

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA