Bugün 26 Ağustos.. Büyük Taarruz'un başladığı günün yıldönümü. "Ülkenin ve insanının kaderinin değiştiği gün" de diyebilirsiniz. O 26 Ağustos'ta başlayan Büyük Taarruz, zaferle sonuçlanmasa bu satırları okuyamayacaktınız.
Atatürk'ten "Ordular!. İlk hedefiniz Akdeniz'dir!. İleri" komutu olan birinci ve ikinci ordularımız, kaçan ve kaçarken geride bıraktığı her yeri ve her şeyi yakan ve yıkan Yunan'ı yıldırım hızı ile takip eden süvarilerimiz 17 Eylül'de, saniyesi saniyesine Bandırma'ya girmeseler, ben dünyada olmayacaktım, bir defa.. (Siz olur muydunuz, onu da bilmem ya..)
Çünkü bütün erkeklerini savaşa göndermiş Bandırma'da kalan kadın ve çocukları, çekilen düşman camilerde toplamış, kapıları dışarıdan zincirlemiş ve ateşe vermişti. Babam ve babaannem o yanmaya başlayan caminin içindeydiler..
İşte o Bandırma'da, o caminin içindeki babamın yaşındayken ben, cumartesi akşamları bizim evde toplanırdı, en yakın aile dostlarımız.. Annem harika sofra hazırlardı.. Ama o sofrada içki olduğu için ağbimle bana ayrı sofra yapılırdı.
Büyük masada babam, annem, Aslan Amca (Türkeş), kız kardeşi Dervişan Abla, Ahmet Amca (Ellezoğlu) ve Ahmet Amca'nın bacıları Samia ve Lamia Ablalar otururlardı..
Gece yarısına doğru, Aslan Amca başlardı okumaya, ezberden o tüm Türkiye'nin ilerde bir sabah radyolarda duyacağı davudi sesi ile, Nazım okumaya..
Türkçü ve milliyetçi olduğu için, Sansaryan Han'daki tabutluklarda yatan Aslan Amca, komünist Nazım'ı ezberden okurdu..
Kuvay-i Milliye Destanı 8'inci Bab.. Saatler..
O başlar, ardından babam ve Ahmet Amca devam ederlerdi, bölüm bölüm.. Üç büyük Türk milliyetçisi, komünist Nazım'ın şiirlerini ezbere bilir ve okurlardı.
O zaman öyleydi, güzel Türkiyem..
Ağbimle ben, yanda kurulan soframızda sonuna dek dinlerdik bu üçlünün solo ve koro okudukları Nazım dizelerini..
Salkım Söğüt de okurlardı, Bahr-i Hazer de.. Ama biz en çok "Saatler"i severdik. Dinleye dinleye biz de ezberlemiştik..
Ben heyecanla beklerdim..
"Nurettin Eşfak
baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle
ve fecirle birlikte büyük taarruz..."
satırlarını.. Sanki ben de ileri atı lacakmışım gibi..
*
Saat 2.30.
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten evimize, aşkımıza ve kendimize dair sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi okşayarak gülümseyen bıyığını seyrediyordu Kocatepe'den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık-tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
......
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında, birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saatı sordu.
Paşalar : 'Üç,' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlıyacaktı.
..........................
Saat beşe on var.
Kırk dakka sonra şafak sökecek.
'Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak'.
Tınaztepe'ye karşı Kömürtepe güneyinde, On beşinci Piyade Fırkası'ndan iki ihtiyat zabiti ve onların genci, uzunu, Darülmuallimin mezunu Nurettin Eşfak, mavzer tabancasının emniyetiyle oynıyarak konuşuyor :
-Bizim İstiklal Marşı'nda aksıyan bir taraf var, bilmem ki, nasıl anlatsam,?
Akif, inanmış adam, fakat onun, ben, inandıklarının hepsine inanmıyorum.
Mesela, bakın :
'Gelecektir sana vaadettiği günler Hakkın.' Hayır, gelecek günler için gökten ayet inmedi bize.
Onu biz, kendimiz vaadettik kendimize.
Bir şarkı istiyorum zaferden sonrasına dair.
'Kim bilir belki yarın...'
Saat beşe beş var.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı :
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp ve pırıltılar görüp ve çok uzak çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak bir müthiş ve mukaddes macerada, ön safta, en ön sırada, şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
...................
Yüzbaşı sordu :
- Saat kaç?
- Beş.
- Yarım saat sonra demek...
98956 tüfek
ve şoför Ahmet'in üç numrolu kamyonetinden yedi buçukluk şnayderlere, on beşlik obüslere kadar,
bütün aletleriyle
ve vatan uğrunda,
yani, toprak ve hürriyet için ölebilmek kabiliyetleriyle
Birinci ve İkinci ordular
baskına hazırdılar.
Alaca karanlıkta, bir çınar dibinde,
beygirinin yanında duran
sarkık, siyah bıyıklı süvari
kısa çizmeleriyle atladı atına.
Nurettin Eşfak
baktı saatına :
- Beş otuz...
Ve başladı topçu ateşiyle ve fecirle birlikte büyük taarruz...
Sonra.
Sonra, düşmanın müstahkem cepheleri düştü.
Bunlar :
Karahisar güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometredeydiler.
Sonra.
Sonra, düşman ordusu kuvayi külliyesini ihata ettik Aslıhanlar civarında 30 Ağustosa kadar.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustosta düşman kuvayı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis :
Alaturka sopa yemiş bir temiz ve sırmaları kopuk frenk uşağı...
Yaralı bir düşman ölüsüne takıldı Nurettin Eşfak'ın ayağı.
Nurettin dedi ki : 'Teselyalı Çoban Mihail,' Nurettin dedi ki : 'Seni biz değil, buraya gönderenler öldürdü seni...'
.................
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü ve şu türküyü duydu :
'Dörtnala gelip Uzak Asya'dan Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak ve ipek bir halıya benziyen toprak, bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın, yok edin insanın insana kulluğunu, bu davet bizim...
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, bu hasret bizim...' Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir'e girdik ve Kayserili bir nefer yanan şehrin kızıltısı içinden gelip öfkeden, sevinçten, ümitten ağlıya ağlıya, Güneyden Kuzeye, Doğudan Batıya, Türk halkıyla beraber seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz'i.
Ve biz de burda bitirdik destanımızı.
Biliyoruz ki layığınca olmadı bu kitap,
Türk halkı bağışlasın bizi,
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil,
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden ki onlardır,
kitabımızda yalnız onların maceraları vardır...
***
Taş yerinde...
Aslan Amcamdan (Türkeş) ilk öğrendiğim laflardandır, "Taş yerinde ağırdır" deyişimiz. Bana hediye ettiği Bozkurtların Ölümü adlı romanda (Nihal Atsız) okumuş da sormuştum, ilkokuldayken "Ne demek" diye..
Bayern, Barcelona'yı sekizlerken, o efsane üçlüden kalan ikisi, Messi ve Suarez'i sahada adeta dolaşırken görünce "Neymar'ın yerini dolduramadılar" demiştim.. Öyle ya, rakip kalelere gol yağdıran o efsane MSN üçlüsünün "N"siydi Neymar..
Final maçında en merakla beklediğim adam Neymar oldu tabii..
Sahanın en kötüsü, yenilginin ve kupayı tanınmayacak kadar kötü oynayan Bayern'e kaptırmalarının baş sorumlusuydu, aldığı her topu Bayern'e veren, her akını öldüren, gol pozisyonlarında en aptal vuruşları yapan Neymar..
Barcelona'da eksikliğini nasıl hissettiysem, Paris St. Germaine'de yokluğunu da öyle gördüm..
Maç biterken bizim Caner "Neymar'ın yerinde ben olsam, Parisliler kazanırdı" deyince, maçı birlikte izlediğimiz dostlar "Ne diyor bu" diye baktılar..
Caner, "Tabii" dedi.. "Beni adam sanma hatasına düşmeyip pas vermeyecekleri için o kadar topu Almanlara hediye etmezlerdi çünkü.." Maçı en güzel anlatan eleştiriydi o, biliyor musunuz?.
Taş yerinde ağır, dostlar..
Futbolda da..
Hele de futbolda!..
Bunu en çok üç kuruş için kulüp değiştirenler düşünsün..
***
TEBESSÜM
Çok ağır bir ameliyat geçirmiş ve ayıltma odasına alınmıştı. Başında karısı ve anestezi uzmanı bekliyorlardı. Bir ara gözünü araladı. Karısına baktı.. "Ne kadar güzelsin" dedi ve yeniden daldı. Az sonra tekrar gözlerini açtı. Karısına "Ne tatlısın" dedi. Karısı "Ne kadar güzelsin, demiştin, demin" dedi hafifçe.. Anestezist araya girdi. "Ayıldı, hanımefendi!."
SEVDİĞİM LAFLAR
Endişeye değil neşeye odaklanın. Ancak neşe karşınızdaki kapalı kapıları açan anahtardır.
Moshe Abudaram (Reiki / Uzak Doğu Felsefesi uzmanı)