Bu hafta öykümüz gene O. Henry'den alındı. Bizde yayınlanan "Yeşil Kapı" adlı kitaptan...
***
Andy Donovan bir akşam İkinci Cadde'deki pansiyonuna yemeğe geldiğinde Bayan Scott onu yeni bir kiracıyla tanıştırdı. Miss Conway adında ufak tefek, mahcup tavırlı genç bir kızdı bu. Sade ve siyaha çalan kahverengi bir elbise vardı üzerinde. İsteksiz bakışlarla önündeki tabağa diktiği gözlerini o mahçup tavrıyla Bay Donovan'a çevirip onu iyice süzdükten sonra nazikçe ismini mırıldandı ve tekrar tabağındaki et yemeğine döndü. Bay Donovan toplum içinde, iş ve siyaset çevrelerinde gösterdiği ilerlemede kendisine kazanımlar sağlayan inceliği ve ışık saçan gülümsemesiyle kızın selamını karşıladıktan sonra siyaha çalan kahverengi elbiseli varlığı gündeminden siliverdi.
İki hafta sonra Andy pansiyonun girişindeki basamaklara oturmuş, purosunun keyfini çıkarıyordu. Arkasından ve biraz yukarıdan hafif bir hışırtı sesi gelince başını çevirdi ve öylece kalakaldı.
Miss Conway kapıdan çıkmak üzereydi, ince, hani şu krep dö falan dedikleri kumaştan simsiyah bir elbise giymişti. Şapkası da siyahtı ve şapkadan örümcek ağı gibi incecik bir tül iniyordu yüzüne. Elbisesinde tek bir beyaz nokta, ufacık da olsa renkli bir benek bile yoktu. Altın rengi gür saçları çok hafif dalgalarla ensesine doğru inerek parlak bir topuzda son buluyordu. Yüzü güzelden çok sıradandı; fakat şu anda caddenin karşısındaki evlerin tepelerine doğru etkileyici, hüzün ve melonkoli dolu bir ifadeyle bakan büyük ela gözleri yüzünü aydınlatıyor, sanki güzelleştiriyordu.
Olayı anladınız mı, kızlar? Tepeden tınağa siyah... şu krep dö... neydi o krep dö şin, işte o kumaş tercih edilecek... siyahından.. Saçlar siyah tül altından parlayacak-sarışın olmanız gerekiyor elbette- ve sonra da uzaklara dalmış o hüzünlü bakış... Bir de tam yaşamın eşiğinden hoplayıp zıplayıp atlayarak geçerken, genç yaşamınız kararmış olsa bile parkta yapılacak bir yürüyüş size iyi gelecekmiş gibi görünmeye çalışın- ve tam zamanında kapıda olmaya bakın- işte bu, erkekleri her zaman çeker. Fakat bu yaptığım- ne kadar alaycıyım değil mi?-yani yas giysilerinden böyle söz edişim biraz yersiz kaçtı galiba.
Bay Donovan, o an Miss Conway'i tekrar aldı gündemine. Purosunu en az sekiz dakika daha tüttürebilecekken, kalan üç santimlik ucunu attı ve çabucak ayağa kalkarak ağırlık merkezini ucuz rugan ayakkabılarına aktardı.
"Güzel ve bulutsuz bir akşam, Miss Conway" dedi. Bunu o kadar kesin bir tonla söylemişti ki meteoroloji müdürlüğü duysaydı iyi hava bayrağını direğe çekerdi hemen.
"Yüreği şen olup da havanın tadını çıkartmasını bilenler için evet, Bay Donovan" dedi Miss Conway, içini çekerek.
Bay Donovan güzel havaya küfretti içinden. Kalpsiz hava! Miss Conway'in havasına uygun düşmesi için dolu yağdırmalı, fırtına kopartmalıydı.
"Umarım yakınlarınızdan biri değil.. şey, umarım yakınlarınızdan birini kaybetmediniz?" diye sorabildi, cesaretini toplayarak.
"Ölen, bir akrabam değil..." derken duraksadı Miss Conway, "Öyle biri ki... neyse sizi de derdime ortak etmeyeyim."
"Ortak etmek mi?" diye tepki gösterdi Donovan, "Neden böyle söylüyorsunuz? Memnun olurum şey, yani ben de üzülürüm; demek istediğim, hiç kimse acınızı benim kadar içtenlikle paylaşamaz." Miss Conway'in dudaklarında bir gülümsemecik belirdi, ama bu, her zamankinden daha kederli yaptı onu.
"Gülün, dünya sizinle güler; ağlayın, size gülerler" diye bir yerden alıntı yaptı Miss Conway. "Bunu öğrendim, Bay Donovan. Bu şehirde ne arkadaşım ne de tanıdığım var. Fakat siz bana iyi davrandınız, bunun için size teşekkür ederim."
Donovan sofrada çok çok iki kez biberlik uzatmıştı kıza.
"New York'ta yalnız olmak çok zor, herkesin bildiği bir şey bu" dedi Donovan, "Fakat bu küçük yaşlı kent gevşeyip dostça davrandığında tadına varılmaz. Parkta biraz yürüyüş yapmaya ne dersiniz, Miss Conway? Üzüntünüzü bir parça da olsa gidermez mi bu sizce? Ben de izin verirseniz.."
"Teşekkürler Bay Donovan. Yüreği kederle dolu birinin yanında bulunmak sizin için uygunsa yürürken bana eşlik etmenizi sevinerek kabul ederim."
Şehir merkezinde bir zamanlar seçkinlerin hava almak için geldiği eski parkın demir parmaklıklı geniş kapısından geçerek yürüdüler, tenha bir köşedeki banka oturdular.
Gençlikteki dertlerle yaşlılıktaki dertler arasında şu fark vardır: İnsan gençken, derdini, bir başkasıyla ne kadar paylaşırsa dert yükü o kadar hafifler; yaşlıyken derdini döküp durursun, ama kederin aynı kalır.
Bir saat geçtikten sonra Miss Conway, "O benim nişanlımdı" diye sırrını açığa vurdu. Önümüzdeki baharda evlenecektik. İlgi çekmek istediğimi düşünmenizi istemem, Bay Donovan, ama gerçek bir konttu o. İtalyada malikanesi ve şatosu vardı. Adı Fernando Mazzini idi. Şıklıkta eşi bulunmaz biriydi, Babam karşı çıktı tabii. Bir kez kaçtık, fakat babam arkamızdan yetişti ve geri getirdi bizi. Babam ve Fernando mutlaka düello ederler diye düşünmüştüm. Babam Poughkipsee'de kiralık atların bakıldığı bir ahır işletiyor.
"Babam sonunda razı oldu ve önümüzdeki baharda evlenebileceğimizi söyledi. Fernando kimliğini ve servetini kanıtlayan kağıtları gösterdi ona. Sonra şatosunu bizim için hazır etmek amacıyla İtalya'ya gitti. Babam çok gururludur. Fernondo, çeyizim için bana birkaç bin dolar vermek istediyse de babam epey laf etti ona, hatta yüzük veya başka tür bir hediye kabul etmeme bile izin vermedi. Fernondo'nun gemisi yola çıkınca ben de kente gelerek bir şekerci dükkanında kasiyerlik yapmaya başladım.
Bir kaç gün önce İtalya'dan bir mektup aldım. P.kipsee'den buraya yönlendirmişler. Fernando'nun bir gondol kazasında öldüğünü yazıyordu.
İşte, yasta olmamın nedeni bu. Kalbim, Bay Donovan, sonsuza dek onun mezarında gömülü kalacak. Sanırım yanında durulması pek eğlenceli olmayan biriyim fakat hiç kimse ilgimi çekmiyor. Size daha iyi vakit geçirebileceğiniz, gülmeyi bilen ve sizi eğlendirebilecek neşeli bir arkadaş ortamından alıkoymak istemem. Belki eve dönmek istersiniz."
İşte, şimdi, kızlar; zokayı yutan erkeğin çabalayıp kurtulmak istediğini sezerseniz, kalbinizin başka birinin mezarında gömülü olduğunu söyleyin. Genç erkekler yaradılıştan mezar hırsızıdırlar. Herhangi bir dul bayana sorabilirsiniz. Krep dö şin giysili ağlayan meleklerin yoksun kaldıkları o organı geri kazandırmak için bir şeyler yapmak gerekir. Ölü erkeklerin hiçbir şansı yoktur bu konuda.
Bay Donovan nazikçe, "Çok üzüldüm" dedi. "Hayır, henüz eve dönmeyeceğiz.
Miss Conway, bu şehirde hiç arkadaşınız olmadığını söylemeyin. Arkadaşınız olduğuma ve çok üzüldüğüme inanmanızı istiyorum." Miss Conway, mendiliyle gözlerini kuruladıktan sonra, "Resmini bu madalyonda saklıyorum" dedi. "Şimdiye kadar hiç kimseye göstermedim. Fakat size göstereceğim, çünkü sizin gerçek bir dost olduğunuza inanıyorum."
Bay Donovan, kızın açıp gösterdiği madolyondaki fotoğrafa uzun süre, epey bir ilgiyle baktı. Kont Mazzini'nin yüzünün ilgi çeken bir havası vardı. Düzgün, aydınlık, zeki görünüşlü ve yakışıklı sayılabilecek bir yüzdü bu; arkadaş grubu içinde önder olabilecek, neşeli ve güçlü bir erkeğin yüzü.
"Daha büyüğü de var, çerçeveletmiştim; odamda duruyor" dedi Miss Conway. "Dönünce gösteririm. Bana Fernando'yu hatırlatan sadece bunlar. Fakat o her zaman kalbimde olacak, kesinlikle."
Bay Donovan, beceri isteyen bir görevle karşı karşıyaydı şimdi: Talihsiz Kont'un Miss Conway'in kalbindeki yerini almak. Kıza karşı duyduğu hayranlık onu bu yola itiyordu.
Fakat söz konusu girişimin büyüklüğü moralini bozmuyor gibiydi. Duygudaş ve neşeli bir dost rolünü oynamaya çalıştı ve bunda o denli başarılı oldu ki yarım saat içinde, önlerinde iki dondurma kabı, karşılıklı oturmuş düşünceli tavırlar içinde sohbet ederken buldular kendilerini, bayan Conway'in büyük ela gözlerindeki hüzünde azalma yoktu yine de. o akşam, pansiyonun holünde birbirlerinden ayrılmadan önce genç kız yukarıya koşarak beyaz ipekten bir eşarba sevgi dolu bir özenle sarılmış olan çerçeveli fotoğrafı getirdi. Bay Donovan, anlaşılması güç bakışlarla süzdü fotoğrafı.
"Bunu İtalya'ya hareket ettiği gece vermişti bana" dedi Miss Conway. "Madalyondaki resmi bundan yaptırmıştım." "Yakışıklı bir adam" dedi Bay Donovan içtenlikle. "Önümüzdeki pazar öğleden sonra birlikte Coney Island'a gitmek mutluluğunu bana bağışlar mısınız acaba?
Bir ay sonra nişanlandıklarını Bayan Scott'a ve diğer kiracılara duyurdular. Miss Conway siyahlar giymeyi sürdürüyordu. Nişanlandıklarını duyurduktan bir hafta sonra parktaki aynı banka oturmuşlardı. Titreşen ağaç yaprakları ay ışığında soluk bir film karesindeymiş gibi gösteriyordu onları, fakat Donovan gün boyunca dalgın ve somurtuk bir görünüm sergilemişti. O gece o denli sessizdi ki, aşkın dudakları kalpten gelen sorular karşısında daha fazla dayanamadı. "Neyin var, Andy? Bu gece çok ciddisin, yüzünden düşen bin parça."
"Yok bir şey Maggie."
"Ben anlarım; sen hiç böyle davranmazdın. Ne var? Söylesene."
"Önemli bir şey değil, Maggie."
"Evet, bir şey var ve ben bilmek istiyorum. Bahse girerim başka bir kız var, onu düşünüyorsun. İstiyorsan ona git. Kolunu omzumdan çekermisin lütfen."
"Peki, söyleyeyim o zaman" Donovan, düşünceli bir tavırla. "Ama anlayacağını pek sanmıyorum. Mike Sullivan adında birinden söz edildiğini duydun mu? Koca Mike derler ona."
"Hayır, duymadım" dedi Maggie, "Seni bu hale sokuyorsa duymak da istemem. Kim bu adam?"
Donovan, neredeyse saygı dolu bir tavır takınarak, "O, New York'taki en büyük adamdır" dedi. "Siyaset, çevrelerinde istediğini yapabilir. Adamın boyu bir mil, eni East River kadar geniş. Onun hakkında olumsuz bir şey söyleyecek olanın yakasına anında bir milyon kişi yapışır. Bir süre önce doğduğu yeri ziyaret etmiş, yörenin kodamanları fareler gibi kaçacak delik aramışlar.
"Koca Mike benim dostumdur. Ben onun yanında solda sıfır kalırım, fakat Mike büyüklerin olduğu kadar küçük adamların, yoksulların da dostudur. Bugün Bowery'de rastladım ona. Ne yaptı dersin? Yanıma gelip elimi sıktı. "Andy" dedi, "etkinliklerini izliyorum; bölgende epey üstünlük sağlamışsın. Seninle gurur duyuyorum. Ne içersin? O, purosunu tüttürürken ben de bir kokteyl içtim. İki haftaya kadar evleneceğimi söyledim ona. "Andy"dedi, davetiyeni gönder, unutmam, düğününe gelirim." İşte Koca Mike bunları söyledi bana. Sözünü tutan biridir. Sen anlamazsın, Maggie, fakat Koca Mike Sullivan'ın düğünümüze gelmesi için bir elimi feda ederim. Onun geldiği gün, hayatımda en çok gururlanacağım gün olur. Mike birinin düğününe geldiğinde o adam hayat boyu evlenmiş demektir. İşte, belki de bu gece keyifsiz olmamın nedeni bu."
"Bu kadar önemli ve renkli bir kişiyse neden davet etmiyorsun onu?" dedi Maggie, canlı bir hareketle.
"Davet edemem, bir nedeni var" dedi Andy, üzgün bir tavırla. "Düğünde bulunmaması gerekiyor, bunun bir nedeni var, ama sorma söyleyemem."
"Umurumda değil" dedi Maggie, "Herhalde siyasetle ilgili bir şeydir. Fakat her neyse, bana bir gülücük vermeni engellemez ki bu!" "Maggie" dedi Andy hemen, "beni senin şu Kont Mazzini'yi sevdiğin kadar seviyormusun?" Uzun bir süre bekledi, ama yanıt gelmedi. Maggi'den. Ve sonra kız birden Andy'nin omzuna yaslanarak ağlamaya başladı. Andy'nin koluna sımsıkı sarılmış, hıçkırıklarla sarsılıyor, gözyaşları krep dö şin elbisesini ıslatıyordu.
Andy kendi derdini unutmuş, kızı yatıştırmaya çalışıyordu. "Ne oldu şimdi, neyin var?" Maggie hıçkırıklar arasında, "Andy, sana yalan söyledim" dedi. Artık beni sevmezsin, evlenmezsin benimle. Fakat söylemem gerektiğine inanıyorum, Kont'un K'si bile yoktu ortada. Hayatımda hiç sevgilim olmamıştı, ama başka kızların hepsinin vardı, sevgililerinden söz ederlerdi. Böylece kendilerini daha çok sevdirir gibiydiler. Andy, siyah bana yakışıyor, sen de biliyorsun bunu. Sonunda bir fotoğrafçıya giderek o resmi satın aldım, küçük bir kopyasını da madolyonum için yaptırdım. Siyah elbise giyebilmek amacıyla Kont ve ölümü hakkındaki o hikayeyi uydurdum. İşte böyle, yalancıları kimse sevmez; artık beni bırakırsın Andy, ben de utancımdan ölürüm. Senden başka kimseyi sevmemiştim... İşte hepsi bu."
Fakat kendisini itip yanından uzaklaşmasını beklerken, Andy'in kolunu belinde hissetti, daha sıkı sarılmıştı şimdi. Yüzünü çevirdiğinde Andy'nin gülümsediğini gördü.
"Beni... beni bağışlayacak mısın, Andy?"
"Elbette, bunda bağışlanacak bir şey yok ki. Bırak, Kont mezarlıkta kalsın. Her şeyi açıklığa kavuşturdun. Maggie.. Düğün günümüzden önce bunu yapacağını bekliyordum zaten. Aferin sana!"
Bağışlandığına iyice inandıktan sonra "Andy" dedi Maggie, mahcup bir gülümsemeyle, "O kont hikayesine inanmış mıydın?"
"Pek değil" dedi Andy, puro tabakasını çıkarırken, "Çünkü senin şu madalyondaki resim, Koca Mike Sullivan'ın resmiydi."
***
Pazar Neşesi
Bir gurup turist Avrupa'da bir eski şatonun önüne geldiler.. Rehber anlatmaya başladı..
"Bu şato tam 700 yıl önce inşa edildi.. O günden bu yana, yüzyıllar boyunca hiç el değmeden, olduğu gibi kaldı.."
Turistler arasındaki Fadime, arkadaşı Dursune'nin kulağına eğildi..
"Desene bunun sahibi Lord da, benim ev sahibim gibi cimrinin tekiymiş.."
***
Latin Sözleri
"Cave amicum credas nisi si quem probaveris."
"Denemedikçe, arkadaşına sakın güvenme!
Publilius