Bana en çok sorulan sorudur, "Bu kadar konuyu nereden buluyorsun?."
Oysa yazamadıklarımı bilseniz, yazdıklarım, içimde kalanların yanında solda sıfır. Bu ülkede konu biter mi?. Bu yüzden en şaştıklarım da, bunca meraklı, okunası, tartışılası konu varken, ona buna söven yazılarla köşe dolduranlar.. Masa başında oturunca böylesi kolay oluyor zahir.. Millet de söveni okuyor zahir, seveni değil..
Neyse.. Tatil için masamı toplarken notlarıma daldım. Öyle birikmiş ki!. Öbür salıya eskir. O zaman, işte bir kaç satır, sayfaya sığdırabildiklerimden..
***
Başta Sabah ve Hürriyet, Allahın günü spor sayfalarına manşet bir "Galatasaraylı Röportajı" çıkıyor. Her gazetede ayrı imzayla, Feghouli diye başlamıştı. Ertesi gün baktım Onyekuru. Daha ertesi Muslera.. Gene hepsinde ayni laflar, ama, utanma var biraz ki, bu defa dandik imzalar yok.
Sırrı Milliyet'te çözdüm. Haberi meğer DHA, yani Doğan (Yoksa Demirören mi) dağıtırmış. Kaynak gösteren tek gazete onlar oldular. Alkış..
***
Bizimkiler "Abdullah Avcı Beşiktaş'ta haberini "Haber Sabah'ta okunur" diye, klasik kupür koyarak vermişler. "Avcı" haberini ilk biz avlamışız, yani..
Tamam da, beni çıldırtan o nerdeyse aylar süren Lucescu haberlerini kim verdi?. Hatta oğlu Razvan'ın da reklamını yaparak?. Ya Guti.. Ya Sergen.. Ya Tayfun!.
Koy müzik setine Sezen'i..
"Salla.. Salla.. Gül memeler çağlasın!.
Salla.. Salla Yer yerinden oynasın.."
***
Salı akşamı, 90'a'da Kemal Belgin kardeşim, rahmetli Özhan Canaydın'la konuşmasını nakletti. Başkana "Niye Lucescu'yu kovdun da
Fatih Terim'i getirdin" demiş, başkan da "Fatih Galatasaray'ın başında Damokles'in kılıcı gibi asılıdır" cevabı vermiş.
Kemal unutmaz.. Ama ben de pek unutmam. O devrin gazeteleri, Özhan Kardeşimin seçim kongresi öncesi "Gözlerime bakın, kimi getireceğimi anlarsınız" sözleriyle doluydu da.. Öyle de kazandı zaten..
***
Futbol olmayınca, hele öğleden sonra günlerim, tenis ve bisiklet izlemekle geçiyor.
Bisiklette Giro var, pazara bitecek. Efsane
İtalya turu ama, ahı gitmiş, vahı bile kalmamış. Ne kalite var, ne heyecan.. Yani o İtalya manzaraları ve işi iyi götüren sunucular olmasa çekilmez..
Teniste dünyanın toprak kortta oynanan tek Grand Slam Turnuvası Roland- Garros.. Seyri en keyifli korttur toprak olanı..
Ama tenis de nerdeyse bitmiş.. Atan değil, çeviren kazanıyor.. Çevir Allah çevir. Biri hata yapana dek. Uzayınca da "Şahane ralli" oluyor, sıkıntının adı..
Bir tek bir maç nasıl hoşuma gitti, nasıl heyecanlandırdı beni.. Arjantinli
Del Potro ile Japon Nishioka.. Del Potro benim sevdiğim "Hücum tenisi"ni oynar. Her vuruşu Winner.. Yani sayı vuruşu.. Dünya 8 numarası.. Öteki, toprak pistte bugüne dek 2 maç kazanabilmiş genç bir Japon..
Arjantinli nasıl atak oynuyor, nasıl sahanın bütün köşelerini kullanan sert toplar çakıyor, inanmazsınız.. Ama o Japon da, o toplara nasıl akıllara seza yetişiyor, bir sağ uçtan, bir sol köşeden çıkarıyor. Yani Del Potro "Yeter yahu" deyip öfkeden dışarı vuruyor artık..
Maç 5 sete uzadı iyi mi?. Tam 3 saat 46 dakika sürdü.. Beni de ekran başında tuttu.
Del Potro kendisine maçı getiren puanı alınca, raketi atıp filenin öbür tarafına Japon'a koştu, sarılıp öpmek, muhteşem direnişini kutlamak için.. Ama her halinden Del Potro hayranı olduğu anlaşılan genç Japon önce o ünlü Japon selamı ile eğildi ustasının önünde.. Sonra kucaklayabildi Arjantinli, genç rakibini.. Geçti nefes almak için kort kenarındaki yerine oturdu. Japon çantasını topladı. Tünele gitmek için yürürken, bütün tribünler ayakta alkışlamaya başladı. O sırada Del Potro da ayağa kalktı ve o da ayakta alkışladı, önünden geçen ve o alkışları hem de nasıl hak eden mağlubu..
Galip, kendisine kök söktüren mağlubu ayakta alkışlıyor..
Sporun güzelliği işte bu değil mi, dostlar!.
İşte "Bu" değil mi?.
***
Cengiz Semercioğlu kardeşim, televizyondaki reyting programına kendini fena halde kaptırmış. Orda işin kolayı ünlüye saldırıp polemik yaratmak ya..
"Efendim,
Hadise Sunset'e nasıl makyajsız gider?. Ajda öyle şey yapıyor mu" demiş..
Yahu Cengiz, Ajda yatağa bile makyajlı girer, bilmez misin?.
Peki bu Sunset nedir?.
Altın Portakal, SİYAD, ya da Afife gibi bu ülkenin en büyük sanat ödüllerini almaya ve vermeye, blucin, hırka ile gelenlere ses etmeyen Cengiz, Hadise'ye saldırıyor, oraya öyle gidilmez diye.. Acaba nedir, nedir?.
Efendim bir bar ve restoran.. Hepsi o.. Harika manzaralı, harika servisli, harika mutfaklı biraz da pahalı bir restoran bar..
Niye öyle gidilmezmiş, Sunset'e peki?.
Efendim, makyajlı, dekolte gideceksin ki, magazin program ve haberlerine görüntülü konu olasın zahir..
Ayrıca Cengiz, erbabı öyle makyaj yapar ki, makyajsız sanırsın.
Benim Üniversiteli yıllarımda hani "ODTÜ'lü" dediğim kız arkadaşım vardı. Bir gün kaldığı yurda almaya erken gittim. Bir buçuk saat bekledim.. Makyaj yapıyormuş.. İndi, geldi..
"Hani makyaj kız" dedim, "Beni iki saat beklettin!."
Yüzünde zerre boya, pudra izi yok. Ne ruj, ne rimel, ne başka şey..
Bir pastanede oturduk da anlattı bana, esas makyajın, görülmez ve anlaşılmaz olanı olduğunu.. Onun için saatler sürdüğünü..
***
Gene bitiremedik. Gerisi ve eskimeyeni Bayram'dan sonra.. Tekrar ve cümlemize, sadece İslam Alemi'ne değil, tüm dünyaya, mutlu, kutlu, uğurlu, sevgi ve barış dolu bayramlar!.