Türkiye karizmatik liderler ülkesidir. Yani bu ülkede seçimde, insanlar genelde partilere değil, liderlere oy verirler.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okurken, hocalarım bu ilkeyi Türkiye'den ve dünyadan örneklerle anlatmış ve kafamıza kazımışlardı.
Pazartesi sabahından itibaren bütün televizyonlarda, dün sabah da, başta bizim gazete, birinci sayfalarda, dünya medyasının başlıklarını gördünüz.
Hepsi sözleşmiş gibi "Erdoğan kazandı" diyorlardı.
Haksız mıydılar peki?.
Seversiniz, kızarsınız o ayrı!.. Ama dünyanın inkar etmediği bir gerçek var. Erdoğan lider!.
Ülkeyi içte dışta sıkıntıda görenler, kurtuluş yolu, umut arayanlar, baktılar ve "Karizmatik" liderde birleştiler..
Peki ötekiler..
Her gün birini analiz edeceğim.
***
İlk sırada, seçimin mağlubu da değil, kelimenin tam anlamı ile hezimete uğrayanı,
Devlet Bahçeli var, tabii..
Düşünebiliyor musunuz?.
Devlet Bahçeli, bugün, 4 Kasım Perşembe günü, bitmiş, siyasal yaşamı tükenmiş, sıfırlanmış bir muhalefet lideri değil, ülkenin Başbakan'ı olabilir ve tüm iktidar gücünü elinde toplayabilirdi. 1 Kasım'da da seçim meçim yapılmazdı.
7 Haziran seçimleri ona bu fırsatı verdi. AKP, tek başına çoğunluğu elde edememişti. Öteki üç parti, Meclis'ten güvenoyu alacak bir hükümet kurabilirlerdi. Bahçeli'nin HDP alerjisini bilen Demirtaş "Ben hükümete girmem, dışardan desteklerim" dedi. CHP Başkanı Kılıçdaroğlu, Başbakanlığı eliyle Bahçeli'ye sundu. "Biz makam peşinde değiliz. Siz Başbakan olun" dedi. Bahçeli, Kılıçdaroğlu'na hakaret etti. "Bana rüşvet mi teklif ediyorsun!."
Partiler, iktidar olmak için kurulurlar. İktidar olmanın yolu da ikidir. Oyunu alır, tek başına gelirsin. Yetmezse, koalisyon yaparsın.
Koalisyon, seninle fikirleri ve ilkeleri ayrı partilerle bir araya gelmektir. Demokrasilerde çok görülür. Ülkenin yönetim ihtiyacını gidermek, halkın oyuna saygı göstermek için, tek başlarına iktidar olamayan partiler bir araya gelirler. Asgari ortak noktalar belirlenir. Bu ortak noktaların dışında kalanlar üzerinde, koalisyon pazarlıkları yapılır. Anlaşmanın yolu, ilkelerin bazılarından vazgeçmektir. Karşılıklı ödünler verilir. Siyaset denen şey de budur, zaten.. Koalisyon protokolü ortaya çıkar. İmzalanır, iş biter.
Bahçeli, kendisine teklif edilen başbakanlığı dahi geri çevirerek, her türlü koalisyona "Hayır" dedi ve ilan etti. "Biz muhalefet olacağız.."
Çünkü, iktidar olmaktan, hele başbakan olarak tüm sorumlulukları yüklenmekten korkuyordu.. Çünkü kendisine güvenmiyor, başaramayacağını biliyordu. Haklıydı da güvenmemekte.
Siyasal hayatı hezimetlerle doluydu. MHP'nin başına geçtiğinde, Türkeş'ten devraldığı partinin, ülkenin 1 numarası olmasına kıl payı kalmıştı. İkinci çıktığı seçimden sonra Başbakan yardımcısı olarak koalisyona girdi. Korkularına yenilerek, o koalisyonu yıktı. Ülkeyi erken seçime sürükledi, (Tıpkı bugün olduğu gibi..) O seçimde MHP, barajın altında kaldı. (Bu seçimde de kalıyordu. Sıyırdı ama, Meclis'teki sonuncu parti durumuna düştü.).
Ardından girdiği tüm seçimleri kaybetti.
Bunca hezimetten sonra, hala sıkılmadan o partinin başında nasıl kalıyordu, bu soruyu ona değil, onu orada hala tutan parti teşkilatına sormak lazım..
MHP, bugün, Türkiye'deki Milliyetçi unsurların güvenip destekleyeceği bir orta sağ, muhafazakar parti değil, Devlet Bahçeli'nin arka bahçesidir.. Çıkıp dolaştığı, eğlendiği, siyasetçilik oynayarak kendini tatmin ettiği arka bahçe..
Teşkilat silkinmez, Bahçeli'ye teşekkür (!) etmez ve yeniden yapılanmaya gitmezse, MHP ilk seçimde yok olur.
Arkasında böylesine genç bir güç olan partiye de yazık olur, açıkçası..