"Sevgili Hıncal" diyor, Üstad Radi Dikici "Dört İstanbul'u anlatan dizisinin sonuncusunu sunarken.. "Okurlarımız dört İstanbul konusunda, İstanbul'da yaşanıp ve tüm dünyayı bugün bile etkileyen diğer konuları ve Osmanlı'nın İstanbul'unu görmek istiyorlarsa "Dört İstanbul adlı kitabımı okumalılar, inanın hiç de pişman olmayacaklardır."
Valla ben de "Aynen öyle" diyorum...
***
Theodora duruma derhal el koydu ve etrafındakilere emretti. "Bana Belisarius ile Mundus'u çağırın."
Belisarius ve Mundus içeri girer girmez Theodora onlara döndü ve emir verdi..
"Daha önce bana emrinizde toplam yedi bin kişi olduğunu söylemiştiniz.
Yarın dünya tarihinde yeni bir sayfa yazılacak. İsyancılara öyle bir ders verilecek ki hiç kimse bundan böyle meşru hükümdarına isyan etmek gücünü kendinde bulamayacak. Sizlere emrediyorum.
Yarın Hipodrom'un kapılarını kapatarak birliklerinizi içeri sokacaksınız.
Bir tek kişi, ama bir tek kişi sağ kalmayacak, isyancıların tümü yok edilecek!."
İmparator dahil hiç kimsenin Theodora'nın verdiği emre itirazı olmadı.
Ertesi sabah, 19 Ocak 532 Pazartesi günü asiler Jüstinyen ve Theodora'yı teslim alacaklarından emin olarak yavaş yavaş Hipodrom'a dolmaya başladılar.
Çünkü onlar artık şehrin tek hâkimiydiler ve istedikleri her şartı kabul ettireceklerdi..
O sırada yavaşça Hipodrom'a yaklaşan askeri birlikler, önce yarış arabalarının girdiği kapıları, sonra bütün diğer kapıları kapatarak sadece iki kapıyı açık bıraktılar.
Belisarius'un yaklaşık yüz kişilik birliği, açık kapıdan içeri girince önce bir şaşkınlık oldu. Sonra, birkaç gündür saldıkları korkunun güveni ve sarhoşluğu içinde bir uğultu kopararak ellerindeki silahlarla birliğe doğru yöneldikleri anda diğer kapıdan Mundus'un zırhlı birlikleri içeri girdi.
İsyancılarla İmparatorun askerleri arasında kıyasıya bir mücadele başladı.
En öndeki saldırganlar, kılıçtan geçirilerek yere serildi. İçeri giren zırhlı birlikler çoğaldıkça müthiş bir korku ve panik hızla bütün tribünlere yayıldı. Bu sefer canını kurtarmak için elindeki silahı atan, kapılara koşmaya başladı ama tüm kapılar kapalıydı. Tam bir can pazarı yaşandı.
Askeri birlikler hiçbir ayırım yapmaksızın yaşlı, genç, kadın, erkek demeden otuz bin kişiyi kılıçtan geçirdiler.
Hipodrom tam bir kan gölüne dönüştü.
O akşamdan başlayarak önceden hazırlanan ekipler hipodromdan topladıkları cesetleri St.Sergius ve Bachuss Kilisesi'nin (bugünkü Küçük Ayasofya Camii) yanındaki küçük iskeleden denize attılar.
Bir hafta sonra Jüstinyen dışarı çıkıp yanan yerleri dolaşınca asilerin onun en önemli sorununu çözdüklerini gördü ve acı acı güldü.
Çünkü, Konstantinople'u yeniden inşa etmek artık onun için sorun olmaktan çıkmıştı . Garip bir şekilde Jüstinyen'in yıkacağı bölgeleri yakarak yok eden ve Konstantinople'u yeniden inşa fırsatı verenler, isyancılar olmuştu.
Önce yanan bölgeler temizlendi.
Sonra geçici kurulan çadırlarla evsiz kalanlara kış şartları içinde barınak ve beslenme imkânı sağlandı.
Esas şehrin imarı için dönemin iki büyük mimarı Trallesli (Aydın) Anthemius ile Miletli İsidor'u görevlendirdi.
İki mimar, ekipleriyle muhteşem bir Konstantinople projesi hazırladılar. Şehrin yeni baştan inşası başladı. İlk olarak Büyük Saray'da, Sampson Hastanesi'nde ve Zeuxippus Banyosu'ndaki hasarlar giderildi ve hemen Aya İrini ve Ayasofya'nın yapımına başlandı.
Tiyatrolar sokağından başlanarak Theodosius Limanı'na kadar olan bölgede düzgün sokaklarla ayrılan daha çok taştan binalar sıralandı.
İnşaat tamamlandıkça da yerleşim de başladı ve devam etti.
Jüstinyen artık elli yaşındaydı.
Yaşlandığını düşündüğünden, Ayasofya'nın bir an önce dünyada benzeri olmayan bir eser olarak ortaya çıkmasını istemekteydi. Bunun için her türlü kaynağı ve imkânı verdi.
Dünyanın her tarafından ustalar, inşaat işinde çalışmış yetişkin kişiler Konstantinople'da toplandı.
Gece gündüz, yirmi dört saat ve her vardiyada beş bin kişi olmak üzere, çalışmalar sürdü.
Yine imparatorluğun her tarafından en kaliteli inşaat malzemesi ve mermerler, başkente gönderildi. Bunlar arasında yedi adet mermer yeşil kolon Artemis Tapınağı'ndan, döşeme ve duvarlar için beyaz mermerler Marmara Adası'ndan, pembe mermerler Afyon yakınlarından, sarı mermerler Mısır Ba'albek'ten, yeşil somakiler Thesalya ve Mora Yarımadası'ndan getirildi.
Yapımı tam beş yıl, on ay ve dört gün süren Ayasofya 27 Aralık 537 Pazar günü büyük bir törenle ibadete açıldı.
Ayasofya'ya giriş için iki büyük ana kapı vardı.
Jüstinyen ve Theodora İmparatorlar Kapısı'ndan içeri girdiler. Mimarlar, Anthemius ve genç İsidor ise onları yandaki büyük kapıdan takip ettiler.
Jüstinyen ve Theodora, içeri girince diz çöküp dualarını yaptılar. Jüstinyen'in ağzından kendiliğinden şu sözler döküldü:
"Süleyman işte şimdi seni geçtim!..."
Hz. Süleyman'ı kastediyordu, İmparator..
(Diğer bir tarihi kayıt da şöyledir: "Süleyman, şimdi seni yendim. / Solomon, eni kesa se.")
Ayasofya'nın da tamamlanmasıyla, beş yıl içinde ortaya muhteşem bir şehir çıktı.
Bu Konstantinople'un (İstanbul) dördüncü kuruluşuydu.