Whiplash'in o olağanüstü hocası, o unutulmaz, o rakipsiz hocası J. (Jonathan) K. (Kimble) Simmons, kendisi ve rakipleri dahil hiç kimse için sürpriz olmayan Oscar Ödülünü kaldırdıktan sonra mikrofona eğildi.. Önce "Bana sabırla tahammül eden" dediği eşine, sonra çocuklarına teşekkür etti. Klasik Oscar konuşmalarından biri gibi başladı yani.. Ama arkası, ertesi gün tüm yazılı, görsel, sanal medyaya ve Oscar tarihine geçen sözlerle geldi.
J.K. Simmons, filmdeki hocalığına gerçek hayatta da devam etti.. Her gencin kulağına küpe olması gereken bir süresi küçük, ama anlamı büyük ders verdi.
"Çocuklarıma teşekkür ederim" dedikten sonra bir nefes aldı ve "Çocuklar, annenizi arayın" dedi.. Bir minik nefes daha..
"Bu dünyada, annesi ve babasından en az biri hala hayatta olan talihlilerdenseniz, siz de annenizi, babanızı arayın çocuklar" dedi. "Mesajla, maille değil, telefonla, sesinizle arayın ve konuşmayı onlar konuştuğu sürece sürdürün.. Kesmeyin.."
"Günümüzde kimsenin böyle bir derse ihtiyacı yok" diyebilir misiniz?.
Sorun bakalım kendi kendinize.. Anne ya da babanızı en son ne zaman aradınız ve kaç saniye konuştunuz?.
Oscar gecesini canlı izlemedim. Kaydettim. Evde vakit buldukça, sindire sindire izliyorum..
Patricia Arquette, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü aldığı zaman sözlerini "Kadınlara eşit haklar.. Eşit ödemeler" diye bitirdiğinde Meryll Streep bile ayağa fırladı "Evet.. Evet" diye bağırarak..
Selma filminin müziklerini yapan iki zenci genç, önce o film için yazdıkları Glory/ Zafer şarkısı ile salonun nerdeyse tümünü, bu arada ekran başında beni de gözyaşlarına boğduktan sonra konuştular..
Başkanı zenci olan Amerika'da, zencilere nasıl hala ayrımcılık yapıldığını, hapishanelerin nasıl hala zencilerle dolu olduğunun altını çizdiler ve dileklerini söylediler.. "Özgür oy hakkımızı kısıntısız istiyoruz.."
"Amerika'da bile hala, kadınlar ve zenciler eşit haklar istiyorlarsa.." diye düşündüm.. Bu haklar için kollarını nerdeyse bir asır önce sıvayıp dünyaya örnek olan Atatürk'ümü gururla andım önce.. Sonra ülkemdeki güncel hak istekleri, gösterileri, protestoları gözlerimin önüne geldi. "Dünya böyle" dedim.. "Bize mahsus değil.. O zaman taraflar, hoşgörülü ve sabırlı olacağız.. Birbirimize, 'Öteki' ilan edip en ağır küfürler, hatta Meclis'te bile sille tokat saldırmadan, 'Biz' olduğumuzu asla ve asla unutmadan.. Bölücü değil, çözümleyici olmamız gerek.."
Sonra bir daha ağladım..
Az önce Lady Gaga'nın söylediği bir Neşeli Günler/ Souns of Music filmi şarkısının ardından, o filmin unutulmaz yıldızı Julie Andrews mikrofona geldiğinde ve "Bu filmi çekeli tam elli yıl olmuş.. Sanki göz kırpmışım, o kadar gibi geliyor bana" dedi. Sokaklarda "Doe, a deer, a female deer/ Ray, a drop of golden sun/ Me, a name I call myself" diye bağıra çağıra dolaştığımız o üniversite günleri bir göz kırpması kadar yakın değil miydi, bana da..
Nasıl güzeldi gençlik aşkım Julie.. Nasıl güzel, nasıl anlamlıydı o botokssuz yüzü.. Kırışıkları yok etmek için, gülmeyi üzülmeyi unutan maskeli yüzlere nasıl bir ders veriyordu benim Juliem!.
Julie Andrews, Broadway'deki My Fair Lady müzikalinin yıldızıydı aslında.. Filme çektiklerinde, kadroyu aynen alan yapımcılar, o zaman için büyük yatırım sayılan 17 milyon dolarlık bir pahalı filmde sinema dünyasına yabancı bir oyuncunun risk olduğuna karar verdiler. Kadroda sadece Julie'yi kenarda bırakıp yerine Audrey Hepburn'u oynattılar..
My Fair Lady o yıl 8 dalda Oscar adayı oldu. Olmayan tek yıldızı Audrey Hepburn'dü. Peki o yıl En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kim aldı?.. Kadere bakar mısınız?.
Mary Poppins ile Julie Andrews!.