Geçen hafta sonu en hoşuma giden iki yazı, gazetemde çıktı.
Biri pazar günü Günaydın'da.. Yüksel Aytuğ'un "Özlemeyi özlemek" yazısını anlatmak için "Sevmek" fiili yetmez. Asıl fiilim "Kıskanmak!.."
Resmen kıskandım Yüksel'i.. "Bu yazıyı ben yazsaydım keşke" dedim her satırında..
Pazar Sabah ekinde ise, Hasan Bülent Kahraman kardeşim gene harikalar yaratmış, olağanüstü analizi ile..
Akıllı telefon denen sosyal illetin, sinema, tiyatro, konser gibi yerlerdeki iğrenç kullanımının nasıl bir saygısızlık olduğunu anlatıyor..
En aklı başında insanların bile, etrafta o filmi, o oyunu, o müziği izlemeye gelen insanlara, o olayı yaratan sanatçılara ve sanata nasıl saygısız insanlar haline dönüştüklerini Dr. Jekyll/ Mr. Hyde benzetmesiyle öyle güzel anlatmıştı..
Bu hastalık korkunç bir hal aldı..
Bize bilet satan salonların, insan gibi izlememizi sağlayacak önlemleri de alma zamanı geldi de geçiyor bile..
Bu hastalıklı saygısızlar, bir gün bir salonda çok tatsız olaylara sebep olacaklar.
Onu beklemeyelim.
Bir güzel röportaj yazısı, Akşam Pazar'da Emine Bıyık imzasıyla çıktı.
Gençlik yıllarımın unutulmaz şarkıcısı, sevgili Ağabeyim Öcal'ın (Ve de Osman Bölükbaşı'nın) gözdesi, Behiye Aksoy, 2001'de alzheimer olmuş ve özel bir bakımevine alınmıştı. Hastalanmış bir hastaneye götürmüşler. Bıyık, yeğeni Serhan Korhan'ı bulmuş. Onunla hastaneye gitmiş. Röportajda Ankara'da bütün maaşlarımızı yatırdığımız Göl Gazinosu assolisti Behiye Aksoy'un o günkü ve bugünkü fotoğrafları da var..
Hey gidi Behiye hey.. Daldım gittim, okurken..
Ne günlerdi o onlar, hem Behiye, hem de bizler için..