Contemporary İstanbul (Cİ), İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti olmasının başlangıcı, ilk işaretiydi yıllar önce..
Nasıl heyecanla dolaştığımı, nasıl heyecanlı yazılar yazdığımı hatırlıyorum..
Fuarı kuranlar nerdeyse imkânsız görünen bir işe kalkışmışlardı..
Koskoca salonlar nerdeyse boştu. O harika eserleri birkaç kişi izliyordu. Pazar günleri ancak biraz kalabalık oluyordu, koridorlar..
Ama başardılar.. Müthiş bir iş başardılar.. Ardından başkaları da, başka sanat fuarları açmaya başladı..
Dokuzuncu Cİ fuarına perşembe günü gittim. Açılışın ertesi. Açılışlarda, fuara, sergiye gitmek benim için zulümdür. Oraya her biri başka sebeple yüzlerce insan gelir.
Medyada yer almak isteyen sosyetiklerden, aç karnını doyurmak, bedava içmek isteyenlere dek.. Genelde dolaşmaz ve kalabalıklar halinde dururlar. Eserlerin önünde dururlar.
Göremezsiniz. Yolunuzu keser sizi lafa tutarlar, yürüyemezsiniz.
Bu yüzden ertesi gün gittim. Hem de hafta arası, tenha olur, rahat gezerim diye..
Ve nasıl mutlu oldum..
Fuar tıklım tıklım doluydu.. Ama meraklılarla.. Görmeye, dolaşmaya gelenlerle doluydu. Servisler, ilkokul öğrencilerini taşıyordu, fuara.. Bir örnek önlükleriyle cıvıl cıvıldılar.
Özlediğim buydu işte.. 9 yılda hayallerimize ulaşmıştık.
En başından, daha düşünce aşamasından itibaren emeği geçenlere, İstanbulum adına, sanat adına, kültür adına binlerce teşekkür..
Yürekten kutlamalar..
***
22 ülke.. 105 galeri.. 520 sanatçı.. 2500 eser!..
Dokuzuncu Cİ'nin rekor rakamları bunlar.. Ama şimdi işin eleştirel yanına gelelim..
Dokuzuncu'nun bende bir hayal kırıklığı yaratmasının sebebi de bunlar..
"Sergilemek" adı üstünde bir sanattır.. Gösterme, sunma, tanıtma sanatı..
Örnek vermek isterim.. New York'a ilk gittiğimde, beni en çeken dükkan Barney& Nobles adlı kitapçı olmuştu. Kat kat, muhteşem bir yer.. İçinde binlerce kitap..
Kapıdan girince, koca bir stand vardı..
Üzerinde çok az kitap.. En yenilermiş bunlar..
Gözden kaçırmanıza imkân yok..
Görmeniz gerekeni, gözünüze sokuyorlardı.
Sonra standlar ve raflar konulara göre ayrılıyordu. Hangi konuya meraklıysanız, o konuyu ve aradığınız kitabı kolayca buluyordunuz.
Bir de, hani padişahların bütün saray için aşure kaynattıkları dev kazanlar var ya, onun gibi bir koca kazan.. Tepesine "1 dolar" yazıyor.. O kazanın içinde doldurulmuş yüzlerce kitap.. Artık raflarda yeri kalmayan eskiler.. Ama muhteşem kitaplar hepsi..
Koca kazana öyle atılmış, yüzlerce kitabı elden geçirmen, görmen mümkün mü?.
İki saat başından ayrılamadım.. Onda birini elime alamadım, ama gene de bir bavul dolusu kitapla dükkândan çıktığımı hatırlıyorum..
Cİ 9'un en ünlü sanatçısı Botero'nun tek resminin yerini bitmez tükenmez bir labirent bulmacası içinde sora sora ararken, o içi mücevher kitaplarla dolu kazan geldi aklıma işte..
Galerilere daracık, daracık yerler ayrılmış.
O galeriler de, daracık yerlerinde bütün sanatçılarını teşhire kalkmışlar..
Bir yığın.. Üst üste.. Büyük boy bir esere, az gerileyip bakma şansınız bile yok..
Bu yüzden belki, Cİ 9'un bende hayal kırıklığı uyandırması..
Sergi, rahat olmalı.. Dolaşması rahat..
Bakması rahat..
Daracık bir galeride on sanatçı birer eserle oldu mu, farkına da varamıyorsun, tadına da..
Marlborough ki, dünyanın en ünlü galerinden biri, New York'un birincisidir, geri zekâlı mı, tüm duvarlarını tek sanatçıya,
Ahmet Güneştekin'e ayırmış..
Sanatçı böyle sunulur. Duvarlar arasındaki boşluğa da heykel yerleştirmiş birkaç tane.. Onlar da dünyaca ünlü Tom Otterness'in tanıdık eserleri.. "En az"ın olduğu galeride en çok vakit geçirdim..
"En az"ın, "En çok" olduğu "Minimal sanat" akımının de ne olduğunun farkına vararak..
Cİ yöneticileri daha şimdiden hazırlıklarına başladıkları "Muhteşem Onuncu Yıl" da bizlere tıka basa doldurulmuş bir labirentler deposuyla değil, en seçkin eserleri, en rahat ve hiçbirini kaçırmadan izlememizi sağlayacak bir "Sergi" ile karşılamalılar..