Bu Ayşe bizim Ayşe!.. Babası benim en yakın dostlarımdan, ilk gazetecilik günlerimden arkadaşım Tekin Aral'dır çünkü.. Dünya harikası insanlardı Aral Kardeşler..
Oğuz da yakın dostumdu ama, Tekin'le yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez yıllar yaşadık..
Ayşe, Hürriyet Kelebek'te haftada bir yazmaya başladı.
İkiye çıkardılar. Bu yaz başı üç oldu. Neden?. İlgi görüyor da ondan..
Bu çarşamba enfes bir hikaye yazmış.. Aslında Sedat Simavi'nin Hürriyet'inde manşet olurdu.
Bir kafede oturmuş cep telefonu ile konuşmaya dalmışken, hayal meyal bir orta yaşlı kadının içinde her şeyi olan çantasını kapıp kaçtığını görmüş. "Polis.. İmdat" diye bağıra çağıra kadının peşine düşmüş.. Yardım eden meden yok.. O karambolde telefon da elinden fırladığı için başka şey de yapamıyor. Kadın, bir sokağa dalmış..
Ayşe de peşinden.. Ama sokakta in cin yok. Sokak çıkmaz sokak.. "Perili sokak sanki.. Kimse geçmiyor" diyor Ayşe ve kapı kapı çalmaya başlıyor.. Açana kadını tarif ediyor, kapı yüzüne kapanıyor. Nihayet takım elbiseli, yaşlı bir adam elinde pidelerle sokağa giriyor. Ayşe adama koşuyor. Anlatıyor. Kadını tarif etmeye başlarken adam "Gel kızım" diyor Ayşe'ye. "Bu kadın falanca..
Onu bu sokakta kimse ele vermez. Evine gidip çantanı alalım.."
Gidip bir kapıyı çalıyorlar. Kadın kapıyı açıyor.
Ayşe'yi görünce ağlamaya başlıyor. Olan biteni öğrenince, hele küçük Esma'yı görünce Ayşe de ağlamaya başlıyor.
Esma kan kanseri. Sigortası yok. Baba alkolik, eve uğramıyor. İlaçlar pahalı ama Esma'nın yaşaması için şart.. Gerisini anladınız tabii..
Tam birinci sayfayı kaplayacak bir haber hikayesi değil mi, yaşanan!.
Eline sağlık Ayşe.. Yazın muhteşemdi..
Ama belli ki, sayfaya koyan dahil, kimse okumamış,
"Yahu bu manşet olayı" dememiş..