Akşam yemeği Çeşme'de.. "Çeşme'de yemek" deyince aklıma İmren gelir.. Geleneksel esnaf lokantası.. Mustafa Hocam yıllar önce götürmüştü ilk.. Annemin yemekleri gibiydi.. Arka bahçesi, ağaçlar, sarmaşıklar, su sesleri arasında bir harikadır mekan..
Ünal'la (Ersözlü) biz geldik en evvel.. Saat sekiz falan.. Masa değil, sandalye yok boş.. Özay yenge İstanbul'dan geliyor. Ağbim onu alıp gelecek. Mustafa Hoca, yeni açılan öteki İmren'e gitmiş.. O da gecikti.. Bizim dükkan vızır vızır işliyor. Kapıda kuyruk var. Kalkanın yerine hemen yenileri geliyor.. Bir saatte üç tur yapan masalar oldu, öylesi..
Sebep?.. Bir lezzet.. İki fiyatların adam gibi olması.. 26 liraya tost değil, en güzel et yemeğini çift porsiyon veriyorlar burda..
Beklerken bir salata söyledik.. Tencere kadar büyük bir kapta geldi.. İki kişi o koca tencereyi bitirdik, öyle lezzetli yerli marullar, domatesler, hıyarlar, biberler.. Tarladan o sabah kopmuş, akşam masada.. Ünal lezzet dolu suyuna şamandıra yapıyor durmadan..
Masa toplandı.. Herkes girişteki tezgaha gidip kendi yemeğini seçti.. Ben bir kayık tabağa pilav koydurdum, üzerine az kuru.. Yanına İzmir Köfte..
Bir tabak geldi.. 3 kişilik.. "Bunu kim yiyecek" dedim.. Ağbim tecrübeli.. "Sen yersin" dedi..
Çocukluk, savaş sonrası yokluk yıllarında, yemeği bitirir, tabakta kalan yağları sosları da bir dilim ekmekle silerdik.. Annem "Yıkamağa gerek kalmadı" derdi, öylesi.. Dedem "Sünnetle Hıncal" derdi.. "Tabağı sıyır" anlamına..
"Kim yiyecek" dediğim tabağı, sünnetledim..
Eee.. Ramazan gecesi.. Üstüne bir de Güllaç.. En güzel meyvalar..
Mustafa Hoca, İmren'in hikayesini anlattı..
Sabah akşam günde iki sefer, karşıda avuç içi kadar yerde ciğer satarak başlamış işe babaları.. Sonra bu binayı almışlar, altı lokanta, üstünde kendileri oturuyor.. Sonra yan binayı da alıp birleştirmişler.. Hem lokanta büyümüş, hem bahçe.. Üst katlar da pansiyon.. İmren'in namı yayıldıkça yayılmış..
Parmakları kurtarıp, sahile doğru yürüdük. Tarihi kalenin tam karşısında Bahçe Kale diye bir bahçe var.. Bir yanı denize bakıyor, bir yanı kaleye.. Önünde kocaman levha.. "Nargile.."
Ağbim keyfi tam olunca, bir nargile yakar..
"Tamam burası" dedik.. Bir kaç masa var boş.. Ünal "Hıncal Ağbi Marinayı görmek ister" dedi..
"Görelim" dedim.. Yürüdük.. Girdik ki marinaya, belediye otobüsü.. Millet üst üste.. Yürümek mümkün değil.. Yarısına kadar gidebildik ancak.. "Mümkün değil" dedim.. Yahu bu millet sabahtan gelip yer mi tutuyor burda!.. Tam yol tornistan..
Bahçe Kale'ye döndük.. Masamıza yerleştik. Millet deniz manzarasını seviyor.. Ben tarihe, kaleye bakmayı seçtim.. Barbaros Hayrettin zamanında yapılmış Çeşme Kalesi.. Ege Denizi korsan dolu.. Bizimkilere sığınma, bekleme ve yenilenme imkanı veriyor.. Yabancı korsanları yanaştırmıyor.. Nasıl bir bina.. O imkanlarla nasıl yapılmış.. Bunca yüzyıla, depreme nasıl dayanmış, 20 sene evvel yapılmış binaları, "Depreme dayanıksız" diye yıktığımız ülkemde..
Nargileler, purolar yakıldı.. Sohbetin tadına doyulmaz..
Çeşme olur da dondurma olmaz mı?. Onları da sipariş ettik.. Sakızlı yani mastikalısı bir alem..
Ama bakın, her şey bahane.. Dostluk, arkadaşlık, sevgi şahane.. Sohbet şahane..
Cennette iki günün sonu, pazar sabahı.. Alaçatı tabii.. Yarın!..