Yıl 1979.. O zaman en büyük medya patronu, aramızdaki adı "İmparator" olacak kadar devletlu, Erol Simavi'nin konuğu olarak Göçek koyundayız. Onun sahibi olduğu bir ada var, orda, krallar gibi ağırlanıyoruz, Holly ile..
Akşam üzerleri kameriyede dilim dilim taze hıyarlar ve kürdana batırılmış beyaz peynir taneleriyle Erol Bey, rakısını içerken sohbete dalarız..
Kafamda birikmiş soruları bu sohbetlerde sorarım..
Biri aklıma geldi aniden.. Kimse güncel olaylarla benzerlik aramasın.. Hani filmlerin sonuna yazar ya.. "Benzerlik varsa, tamamen tesadüftür" diye.. Aynen öyle..
Bir ünlü gazeteci.. Herkesin karşısında nerdeyse hazır olda durduğu, ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle seçtiği Erol Simavi'ye en ağır cümlelerle nasıl saldırıyor Allahın günü.. Yani sövüyor resmen..
Bir gün baktık, Erol Bey ona gazetesinde köşe vermiş.. Herkeste merak.. Ben de tabii..
Tam o masada lafı denk getirdim..
"Yani bravo Erol Bey" dedim.. Adam size neler dedi, siz onu tonla maaşla işe aldınız!.."
Güldü Erol Bey.. "Bana ana avrat söven, şimdi her ay başı benim bordroma imza atıyor.. Bundan iyi intikam olur mu?."