Sylvie Vartan'ı dinlerken nasıl daldım gittim gençlik günlerime.. Kızlarla buluşabildiğimiz üç beş yer vardı.. O da gündüz.. Üniversitenin kantini.. Sinemalar ve pastaneler..
Geceleri çıkamazdı ki kızlar.. Sonbaharda Mülkiye, ilk baharda Kolej balosuna izin çıkarsa, ne ala.. Bir de yaz geceleri, bizim mahalle, Sağlık Sokağın köşesinde evlerinin önüne çıkabilirdi birkaç tanesi.. Hemen orda oturan Yurdaer Doğulu gitarını, bir alt sokaktan Ruşen Güneş (Şimdi Royal Filarmoni Londra Baş Viyolacısı) kemanını getirse hele, bahçe duvarlarına oturup, dalar giderdik, müziğe ve loş ışıklar altında bize bakan gözlerin içindeki sırlara..
Diskolar bile yoktu ki.. Kırk yılda bir öğleden sonra okul çayı olacak.. Ya da kırk yılda bir arkadaşlardan birinin ailesi bir yere gidecek de, boş ev bulup biz parti vereceğiz..
İşte aşkın en muhteşem duyusu "Dokunma" nın gerçekleşeceği yer..
Kimin ne kadar plağı, kaseti varsa yüklenecek. O boş eve gidilip kızlar beklenecek..
Perdeler çekilip ışıklar azaltılacak.. Mumlar yakılıp romantik bir hava yaratılacak..
Sonra pikapta, şarkılar dönmeye başlayacak.. Dünyanın en güzel aşk şarkıları..
Hele Fransızcaysa.. Bu Fransızca aşk dilidir.. Şarkı dilidir.. Bilmeniz gerekmez.. Aşkın dili yoktur ki zaten.. Gönlüne akar insanın.. Hissedersiniz.. Anlarsınız.. Fransızca bilmediğinizi bilir, ama anlarsınız.. Anladığınıza şaşarsınız da..
Sylvie.. O günlerin minnacık kızı.. Ama aşkın dev şarkılarını okuyor.. Öyle tatlı, öyle güzel, öyle çekici ki.. Öyle televizyon, video falan yok.. Gazete ve dergilerdeki resimlerden aşığız kıza.. Onun plakları ayrı gözde.. Kızlar da bayılıyorlar ona..
Sylvie aşkı mırıldanmaya başladı mı, dans ettiğiniz kıza bir başka sıkı sarılırsınız.. Arkasında duran ve onu kendinize çeken eliniz, kızın boynu ile, elbisesinin bittiği yer arasında kalan çıplak tene dokunur.. Ölesi biz hazdır o duyu..
Kız başını omzunuza yaslar.. Saçlarının arasına gömülür burnunuz.. O kokuyu bir daha hiç unutmamacasına içinize çekersiniz..
Sylvie aşkı anlatır da anlatır..
Kızın elinizin içindeki elini sıkarsınız birazcık.. "Seni öyle seviyorum ki" demektir, o eli öyle sıkmak.. Ve heyecanla beklersiniz.. Onun parmakları da sizinkileri sıkacak mı?..
Sıkarsa.. O da sizin elinizi sıkarsa, bir gizli el kanat takar.. Uçarsınız.. Bu dünyayı bırakır, bir masal dünyasına uçarsınız..
"O da benden hoşlanıyor.. O da benden hoşlanıyor.. O da benden hoşlanıyor.."
Sylvie'nin şarkısı biter.. Ama sizin rüyanız günlerce sürer.. Elinizdeki o sıcaklık, burnunuzdaki o koku günlerce sürer..
Sahnedeki Sylvie'ye bakarken, yılların öncesine gittim, geri döndüm.. Bugünün dünyasına baktım..
Ne o şarkılar var artık, ne o aşklar..
Biri yok ki, öteki olsun..
Bir devirmiş o.. Biz yaşadık, ne mutlu..
Bugün cep telefonu var.. Mesajlar dünyası var..
Gençler mesajlarla yaşıyorlar, hayatlarını.. Aşklarını..
Yazıyor telefon..
"Abi yaa.. O dün gece Sortie'de tanıştığım kız var ya.. Ondan iş çıkmaz abi.."
O da böyle değil ha.. Hızlı olsun diye içinde sesli harfleri olmayan garip bir dile yazılmış bir acaip kısa mesajın ömrü kadar aşk.. Sese de ihtiyaç yok zaten.. Konuşmuyor ki, bugünün gençleri..
Mesajlaşıyor..
Aşkı kalplerinde değil, ceplerinde yaşıyorlar..
DOT'ta bir yeni oyun başladı.. Günümüz 20 yaş gençlerini anlatıyor.. Mark Ravenhill yazmış.. Adı "Shopping and F**cking!."
Her şeyi anlatıyor.