Abuzittincim,
Geçen hafta bizim şefin uzun yazmasının ve kocaman reklamların kurbanı olduk. Sağlığım yerinde merak etme..
Sağlığım dedim de..
Geçen gün Ankara'da Hacettepe hastanesine gittim. Sabahın saat 8'i, bi sürü insan koridorlarda koşturuyor. Hasta kabul bürolarının önünde uzun kuyruklar. Demek ki sabahın 7'sinde hatta belki de 6'sında gelenler var.
Bunlar bizde normal şeyler, acayibime giden dışarıda kar atıştırıyor, yerler çamur ama hastanenin içi pırıl pırıl. Duvarlar, camlar, oturacak yerler, hepsi tertemiz. Hastabakıcıların bile kıyafetleri sanki kolalanıp ütülenmiş. Doktor mu hastabakıcı mı karıştırıyorsun. Bu arada sıksık güvenlik elemanlarıyla karşılaşıyorsun ve gene çok acayip bi durum, sana hitap etmeleri gerektiğinde "..lütfen!" diye söze başlıyorlar. Allah Allah demek Türkiye de böyle yerler de var.
Uzatmim, benim işim "Günlük Cerrahi" bölümündeydi. Büyük sayısı kadar küçük çocuklar da operasyon için beklemekteydiler. Buzlu cam kapılarının ardında birden fazla ameliyathanenin olduğu anlaşılıyor. Habire birileri girip çıkıyor. Bi de dijital sistem kurulmuş. Duvardaki ekrandan hastanın durumunu izleyebiliyorsun. Beklemede mi, ameliyata alındı mı, yoksa çıktı mı, görüyorsun.
Salonda beklerken dikkatimi çeken başka bi şey ordaki hemşire ve hastabakıcıların çocuk hastalara gösterdiği şefkat idi. O yoğun iş trafiğine rağmen ne kadar içten, ne kadar müşfikler.
"Herhalde bunları çocuk sevgisi aşırı olanlardan özel seçiyorlar" diye düşündüm. Derken hoparlörlerden bi hastanın adı anons edildi.. Bi daha, bi daha.. Hasta ortada yok.
Aradaki camlı bölme açıldı ve iri yarı kızgın suratlı bi adam "Nerde bu hasta yahu kaç dakikadır bekliyoruz" diye bağırdı.
Hah şöyle bilader.. Nerede olduğumuzu bilelim!.. Hastane dediğin böyle olmalı. Bağıran, tepeden tırnağa yeşillere bürünmüş kafasında bone, belli ki doktor..
Büyük ihtimal, vakti çok sınırlı, kim bilir daha kaç ameliyata girecek, hasta gecikince tepesi atmış. Öfkeli adam salvonun ikinci kısmına başlamak üzereyken, babasının kolları arasında 4 ila 5 yaşlarında bi çocuk belirdi.
İri yarı kızgın doktor, babaya sitemkâr bi bakış fırlattıktan sonra, adeta tesbih böceği gibi büzülüp küçüldü, paha biçilmez kıymette kristal bi şamdanı tutuyormuşcasına, çocuğu itinayla kucakladı, minicik başını omuzuna dayadı, yüzüne dökülen sarı bukleli saçlarını aralayıp yanağına bi öpücük kondururken, kulağına mırıldandı:
"Nerde kaldın bebeğim? Gelmeyeceksin diye çok korktum! "
Camlı kapılar kapanırken ameliyathaneye doğru kayboldular.
Bu sahneyi yalnız ben değil, orada bekleşen pek çok kişi gördük ve duygulandık. Hacettepe Hastanesi'nin eski halini bilen biri olarak bana birisi sana şimdi yazdıklarımı anlatsa inanmazdım. Ama bizzat gördüm. Acaba hayal mi gördüm?
Münasip yerlerinden öperim Abuzittincim.
Kardeşin Güneş..