İnternet'le başımın pek hoş olmadığını biliyorsunuz. Takıldım mı saatler kaybediyorum. Bu yüzden elimden geldiğince uzak duruyorum, bilgisayardan.. İki zorunlu halim var. Yazmak ve bir bilgiye ulaşmak.. Bir de sizlerden gelen e-mailler var tabii.. Orada Yasemin devreye giriyor, hepsini okuyor. İmzasızlar ve hakaret taşıyanlar anında çöpe gidiyor. Tehdit içerenler de, gerekli güvenlik birimlerine.. Yani bunlardan haberim dahi olmuyor..
Onun ötesindeki tüm mektuplar, kağıda basılıyor, bir dosyaya konuyor ve önüme geliyor. Hepsini okuyorum.. Hepsini.. Eksiksiz, atlamasız.. Not alarak.. Ama yanıt veremiyorum.. Böyle bir vaktim yok çünkü..
Köşemdeki tüm bana ulaşım adresleri, sadece ve sadece sizin düşüncelerinizi bana iletmeniz için. "Yanıt vermeyecekseniz, bu kadar adrese neden ihtiyaç var" diyenler artık anlasınlar lütfen. Telefon, faks, posta, elektronik posta, hepsi sizin bana ulaşmanız için. Ben sizlere sütunumla ulaşıyorum..
Bir kere daha rica ediyorum.. Lütfen uzun yazmayın.. Büyük harflerle de yazmayın. O zaman okunma şansınız azalıyor, itiraf ederim.
Şimdi gelelim başlığımıza..
Geçen haftalar içinde bayağı güçlü bir yazar olduğumu hissettim.. Nasıl?..
Yazar, gücünü okurlarından alır.. Okur sayınız ne kadar yüksekse ve bu okurun ne kadar desteğine sahipseniz, o kadar güçlüsünüz demektir..
Önceleri karanlıkta kurşun atardık açıkçası.. Çünkü okurun bize ulaşması zordu. Mektup yazacaksın. Postaneye gideceksin, pul alacaksın, falan filan.. Faks desen kaç kişide var?..
Oysa bugün internet denen müthiş araç var.. Anında, hemen hiç zahmetsiz açıklayabiliyor görüşünü okur.. Böylece, yazdıklarınızın etkisini hemen görebiliyorsunuz..
Geçen hafta dört konuda e-mail yağdı.. Yüzler, binlerce.. Yasemin fazla mesai yapmak, eve iş götürmek zorunda kaldı, okur dosyalarını hazırlayabilmek için..
"Avrupa'ya uyum sadece yasa ile mi olur" yazımızın arkasında milyonların olduğunu hissettik..
Başbakanlık Basın Merkezi'nin yasalara, ahlaka, her şeye aykırı, saçma sapan açıklamasına verdiğimiz yanıtın altına imzasını atanların da gene müthiş sayılara ulaştığını gördük..
Bu ülke insanında Adalet ve Güven duyusunun fevkalade sarsıldığını anlatan yazılarımız sular, seller gibi destek buldu..
Ve nihayet, Öğretmenevi konusundaki yazımız, önemli bir sorunun nasıl gizli kaldığını ortaya çıkardı.. Öğretmenler "Bir dokun, bin dinle" sözünü doğruladılar, yüzlerce iletileriyle..
Bu son konuda iki eleştiri mektubu aldım sadece..
Selda Dağ "Ülkemizde bunca öğretmen, yaz aylarında da üç ay tatilleri var. Hepsi tatile çıkıyor, tabii yer olamayacak" diyor ve ekliyor. "Ben iki tatilimde öğretmenevlerinde kaldım, hiç sorunum olmadı. En az beş öğretmenevinde tatilimi mis gibi geçirdim, öğretmenlerin yakınmasına lütfen aldanmayın" diyor ve ekliyor..
"Bankacıyım!"
İşte biz de bunu yazıyoruz ya Selda.. Öğretmenlere yetmeyen öğretmenevinde bankacının ne işi var?.. Senin durumundakiler mis gibi tatil yaptığı için öğretmen, yani evin sahibi kapıda kalıyor ya..
Öteki 0532 347 21 falan diye bir cep telefonundan SMS ile gelmiş. Telefon numarasını imza kabul ettik.
"Gelişmiş Avrupa ülkelerinde otel gibi hizmet veren öğretmenevleri var mıdır?.. Absürt düşüncelerinle Sabah okurlarını yorma.."
İmzasını unutan çok bilmiş okurum.. Gelişmiş ülkelerde öğretmenin maaşı, refah düzeyi nedir bilir misin?.. Mesela Almanya'da, İngiltere'de, Fransa'da okulu bitirip işe başlayan öğretmenin ilk maaşı kaç paradır, Türkiye'de 30 yıl hizmet etmiş, emekli olmaya hazırlananın eline maaş diye ne geçer?..
Böyle klişeler, böyle papağan ezberleri ile nereye varabilirsin ki?..