Bir ülkede halkın adalet duyusunun üzerinde soru işaretleri dolaşmaya başladıysa ve o ülkede hele güven duyusu nerdeyse sıfırlanmak üzereyse, hiç kimse boşuna işlerin iyi gitmekte olduğunu iddia etmesin.. Ekonomi, falan hikâye.. Milleti, devlet yapmanın temelinde bu iki duyu vardır ve ne yazık ki, 2007 Türkiyesi'nde ikisi de fena halde sorgulanmaya başlanmıştır.
Bu konuda yazdığım her satıra yollanan yüzlerce tepki, ulusun adalet ve güven konusunda ne kadar duyarlı hale geldiğini gösteriyor..
Haksız değiller..
Avrupa Uyum Yasaları'ndan sonra, halkın adalet duyularını hem de temelinden sarsan uygulamaları gazetelerde her gün okur olduk..
Prensipte suçu cezalandırmaktan daha önce "Önleme" amaçlı ceza ve infaz yasaları, bugünkü uyum ve uygulama ile tam tersine "Adeta suça teşvik"e dönünce, Türkiye bir suç cenneti haline geldi.
Uyum yasaları ile eli kolu fena halde bağlanan polis bir de, 1980 öncesi Pol-Bir/ Pol-Der bölünmesi gibi, tarikatçı ve laik kamplara ayrılınca, terfi ve tayinlerde, başarı ve liyakatın çok dışında cemaatler ve iktidar partisi düşüncesi ve görüntüsüne yakınlık etkili olmaya başlayınca, işler iyice sarpa sardı.
Önümde çarşamba günkü Vatan gazetesi duruyor.. Birinci sayfası bir korku filmi, bir dehşet öyküsü gibi..
İki haber yan yana, tepede..
"Suç ve ceza" manşeti altında anlatılanlar tüyler ürpertici..
Ankara Ulus'ta, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin başkentinin göbeğinde 6 eşkıya, sokak ortasında silahlı çatışmaya giriyorlar.. Sokak ortasında silahlı çatışma, dikkat buyurun.. Dağ başı değil, başkentin göbeği..
Ve bu çatışmada, o sırada o sokaktan geçmekte olmaktan başka suçları olmayan bir anne, iki çocuğu ve iki vatandaş daha yaralanıyorlar. 5 yaralıdan annenin durumu ağır. Hastaneye kaldırılıyor. Omuriliği parçalayan kurşun, annenin boyundan aşağı felç olmasına yol açıyor. Hastane "Hayatını tehlikeye sokacak niteliktedir. Yaşam fonksiyonları en ağır şekilde etkilenmiştir" diye rapor yazıyor. 37 yaşındaki anne, şu anda evinde kurulan yaşam ünitesine bağlı nefes alıyor. Yaşadığı sürece felçli kalacak.
Silahlı çatışmaya giren altı eşkıya yakalanıyorlar ve yedi ay sonra mahkemeye çıkıyorlar. Savcı davaya tutuksuz devam edilmesini istiyor, uyum yasaları gereği. Mahkeme heyeti de savcıya uyuyor. 5 kişiyi yaralayan ve birini ömür boyu yatağa ve makineye mahkûm eden sokak eşkıyası 7 ay sonra ellerini kollarını sallayarak tekrar Ankara sokaklarına salınıyorlar.. Yeni bir silahlı çatışma için. Nasılsa serbest değil mi, bu ülkede, işte gördüler..
Burada bitmiyor Vatan'ın haberi.. Beteri arkada.. "Beteri de ne" demeyin ve devam edin okumaya..
Mahkemenin kararı yatağa ve makineye mahkûm annenin yakınlarını deliye çeviriyor.. Sizin anneniz, kardeşiniz, kızınız, eşiniz olsa, siz neye dönerdiniz ki?.. "Bu nasıl adalet?.. Hakkımızı aramak için dağa mı çıkalım, terörist mi olalım" diye bağırmaya başlayınca, bu defa onlar gözaltına alınıyorlar ve Terörle Mücadele Şubesi'ne gönderiliyorlar.
Bakar mısınız?.. Cumhuriyet başkentinin ortasında silahlı çatışmaya girecek, sokaktan geçen beş kişiyi yaralayacak, birini hayat boyu yatağa ve makineye mahkûm edeceksin ve 7 ayda serbest kalacaksın..
"Bu nasıl adalet" diye bağırınca da "Terörist" diye gözaltına alınacaksın..
Şimdi Adalet Bakanı'na ben soruyorum..
"Bu nasıl Adalet?. Yasaları, uygulamaları, elinizin kolunuzun durumunu sormuyorum. Sadece soruyorum.. Bu haber bir insan, bir vatandaş olarak vicdanınızı rahatsız etti mi?.. Etti ise eğer, bu ülkede tek başına iktidar olan ve istediği her yasayı çıkaracak güce sahip bulunan bir partinin Adalet Bakanı olarak bir şeyler yapma gereği duyuyor musunuz?.."
Vatan'ın ikinci haberi hemen altında, birinci ile bütünleşiyor..
Bu defa yer, Avrupa'nın en büyük metropolü, 2010 yılının Kültür Başkenti (Sevsinler) İstanbul.. İstanbul'un ta göbeği, gökdelenler merkezi Fulya.. 13 yaşında bir kız, yaşadığı apartmana kadar izleniyor. Adam kızla asansöre biniyor, onunla iniyor. Bıçağını çekiyor, birlikte daireye giriyorlar. Adam evvela evi, sonra 13 yaşındaki kızı soyuyor, tecavüz ediyor ve elini kolunu sallayarak çıkıp gidiyor..
Pervasızlığa bakar mısınız?..
Cezayı geçin, adamda yakalanma korkusu yok.. Niye olsun ki?.. Bu ülkede polis bitmiş.. İstanbul'un Belediye Başkanı bile "Sokakta yürümeye korkuyorum" diyor.. O başkan ki, iktidar partisinden üstelik.. Kimsenin kılı kıpırdamıyor.. O başkan hakkında soruşturma açma, görevden alma yetkisine sahip İçişleri Bakanı'nın yüzü bile kızarmıyor. "Ne diyorsun sen" demiyor.. Nasıl desin?.. İstatistikler aslında her uygar ülkede İçişleri Bakanı'nın yüzüne şamar.. Bizde yağmur damlası..
Türkiye'de suçlar, Avrupa Uyum Yasaları'nın ardından bir yılda yüzde 64 arttı.
Bu ülkede her 39 saniyede bir suç işleniyor.. Siz bu yazıyı bitirene kadar 5 suç daha işlenecek. Niye işlenmesin ki.. O da yakalanırsa, tutuksuz yargılanmak üzere değil mi, nasılsa?..
6 dakikada bir ev, 7 dakikada bir araba, 9 dakikada bir işyeri soyuluyor. O da yakalanırsa, tutuksuz yargılanmak üzere..
Her 4 dakikada bir yaralama, her dört saatte bir cinayet işleniyor. O da yakalanırsa, tutuksuz yargılanmak üzere..
Her dört saatte bir tecavüz.. O da yakalanırsa, tutuksuz yargılanmak üzere..
İşin asıl dehşet verici yanı.. Rezillik ulusal sınırları aşmış, Uluslararası hale gelmiş. ABD Dışişleri Bakanlığı Türkiye'ye gidecek vatandaşlarını "Bu ülkede bir suç patlaması yaşanıyor" diyerek, can ve mal güvenlikleri konusunda uyardı geçen hafta. Madde madde almaları gereken önlemleri anlattı. "Türkiye'de güven içinde değilsiniz. Kendinizi koruyun, ya da mecbur değilseniz gitmeyin" dediler, resmen.
..Ve bu "Utanç" ülkesinde aylardan beri bir Emniyet Genel Müdürü yok.. Atanmadı.. Atanamadı.. Şaka gibi değil mi?.. Hayır!.. Milletle alay eder gibi..
Şimdi bu istatistiklere sahip bir ülkenin İçişleri Bakanı, hem de kendi partisinin üyesi en büyük ilin Belediye Başkanı "Sokakta yürümeye korkuyorum" deyince "Gık" diyebilir mi?..
Diyemez!.. Ya ne yapar?..
İstifa eder.. Etmezse görevden alınır. Uymaya çalıştığımız uygar Avrupa ülkelerinde böyle olur..
Bizde..
Hele Cumhurbaşkanı seçim yılı ise, hele bunların hepsinden en sorumlu, en tepedeki adam, Cumhurbaşkanlığını kafasına koymuşsa, bir oyun bile önemli olduğu seçim öncesi taşları yerinden oynatmaktan fena halde çekindiği için her şeye göz yumup, emir kullarına "Açıklama" yollatarak vakit kazanmaya çalışırsa..
Ne var ki bu açıklamalar, ülkede kopmaya başlayan fırtınayı, durdurma ne kelime, daha da tahrik ediyor..
Başbakanlık Basın Merkezi'nin şımarık, ama ödlek emir kulu bana gelen kitaplar dolusu emaili kendisine yollamamı ister mi acaba?. Okuyacak yüzü ve gücü var mı?..
Ya da bu ülkede halkın fena halde yara alan adalet ve feci sarsılan güven duyularının nasıl geri döneceği konusunda "Başbakanlık Basın Merkezi"nin orijinal fikirleri var mı?.. Bu konuda da açıklama yaparlar mı?..
Acilen?..