Olası bir puan kaybında malum klişe devreye girecekti: Zafer sarhoşu ya/ya da yorgun Galatasaray. "Kalecinin üzerine vurdu" kadar berbat bir klişe ya da bahane bu. Evinde maç kaybetmiş M.United'ın gözüne kestirebileceği bir rakibi karşısında yine taraftarı önünde 93 dakika kan kustuğunun üzerine bu maçı açanlar meselenin ilk yarıda mental-fizik değil, tercihler olduğunu görmüştür. Teniste 2. servisi garanti vuruş atar gibi; Şampiyonlar Ligi maçlarından sonra hele deplasmana gidiyorsanız kurduğunuz 11'de "acaba"ları soyunma odasında bırakıp, az soru işaretli kadroyla çıkacak, sonu ünlemle bitebilecek ihtimalleri taraftarınız önünde deneyeceksiniz. Sakatlıktan dönen Kazımcan, hazır olmayan Ndombele ve oyuna sonradan girdiği maçlarda etkili olan ama kapalı savunmalar karşısında adıyla savaşan Barış. Sıkıntının üç ası..
B planı olmayan, derinde kalabalık bekleyen Antalya karşısında omurgasındaki otomatik vitesi kaybeden Galatasaray, Kerem'in rot balansı kanatlara bozgun oyununda İcardi de derine gelmeyince, Ndombele'nin ağırlığı ve Barış'ın basit top kayıplarıyla ilk yarıyı heba etti. Önce Tete ve golü bulduktan sonra Mertens ve Kaan değişikliklerinin zamanı da, tercihi de doğruydu Buruk adına ama ön tarafı basit top kayıpları yaptığında Nuri Şahin'in de son gemileri yakmasıyla saha sarı-kırmızılı takım tarafına hafif yokuş oldu ki, o dakikalarda Assombalonga'nın kafasıyla kaçırdığı gol… Icardi yakın direğe insafsız vururken bayrağı çeken yardımcının ne acelesi vardı bilmiyorum ama Muslera'nın ayağına kırmızı kartlık darbe geldiğinde sanıyorum VAR odasına ya yemek siparişi geldi; ya da Netflix'de yeni çıkan Beckham belgeselini izliyorlardı. Belgesel güzel bu arada, tavsiye ederim.