İsrail'in 2007'den beri abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'nden İsrail'e yönelik 7 Ekim Cumartesi gün başlatılan askeri eylemler ve İsrail'in bu eylemlere verdiği ve vermeye devam ettiği askeri karşılık birçok hukuki mülahazaları da beraberinde getirmektedir. Filistin tarafının ve İsrail tarafının uluslararası hukuk bağlamında haklarının ve sorumluluklarının neler olduğu ve eylemlerinin ve yöntemlerinin hukukiliği gibi birçok hukuki meselenin ele alınması elzem hale gelmekte.
Bu bağlamda yoğunluğu, şiddeti ve sivil halk üzerindeki ağır etkileri nedenleri ile devam eden İsrail'in askeri eylemlerinin hem "meşru müdafaa hakkı" bağlamında hem de "uluslararası insancıl hukuk" bağlamında ele alınması ve anlatılması büyük bir aciliyet taşımaktadır.
İsrail Başbakanı Netanyahu bizzat kendi ağzından Hamas saldırılarının gerçekleştirildiği günü "zor bir gün" olarak niteleyerek Hamas'ın faaliyet gösterdiği yerleri "harabe şehirlere" dönüştürme sözü vermiştir. Hamas'ın faaliyet gösterdiği yerden kastın da bütün Gazze şeridi olduğu anlaşılmakta.
Meşru Müdafaa Hakkı ve İsrail'in Eylemleri
İsrail'in özellikle Gazze şeridine ve komşu ülkelere yönelik gerçekleştirildiği saldırılar bağlamında elzem iki husustan birisi, meşru müdafaa hakkını hangi sınırlılıklar içerisinde ve hangi noktaya kadar kullanabileceğinin belirlenmesidir.
51. maddede de belertildiği gibi, meşru müdafaa hakkı doğal ve yapılageliş hukukunda da bulunan bir hak olduğundan, bu hakkın doğasında orantılılık unsuru da bulunmaktadır. Bu bağlamda meşru müdafaa hakkı çerçevesinde kullanılan gücün orantılı olması gerekir. Meşru müdafaa hakkı, karşı tarafı cezalandırmaya ya da intikam alamaya dönük eylemler meşru müdafaa hakkının hukuki sınırlarını aşmaktadır.
İsrail, karşı askeri eylemlerini ancak saldırı durdurulana kadar ve varsa işgal edilmiş topraklarını kurtarana kadar ve sivillere zarar vermeden, savunma maksadı ile sınırlı kalarak bölgeyi kontrol altına alacak tedbirlerle devam ettirebilir. Meşru müdafaa hakkı saldırıları durdurana kadar kullanıldıktan sonra, çatışmaların kesilip, sonraki sorunların barışçıl yöntemlerle çözülmesi de hukuki bir zorunluluktur. BM Antlaşması'nın 2 maddesinin 3. paragrafı bütün ülkeler sorunları şiddet içermeyen yani barışçıl yöntemlerle çözme yükümlülüğü getirmektedir.
İsrail'in Gazze'de yürüttüğü askeri eylemlerinin ağır sivil kayıplara yol açması, sivil yerleşim yerlerine ve sivil altyapıya zarar vermesi meşru müdafaa hakkı ile gerekçelendirilebilecek eylemler değildir.
Uluslararası İnsancıl Hukukun İlgili Kuralları
Savaş esnasında uyulması gereken uluslararası hukuk kuralları, sivilleri ve diğer hassas grupları korumak ve savaşın askerler üzerindeki ağır sonuçlarını azaltmak için bir yandan silah ve savaş yöntemlerini düzenlemekte (ağırlıklı olarak 1899 ve 1907 yıllarında Lahey'de imzalanmış konvansiyonlar ile), diğer yandan da savaşın kurbanları olarak nitelendirilebilecek sivil halkın, yaralıların, hastaların ya da esir düşmüşlerin korunması için doğrudan yükümlülükler (özellikle 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 iki ek protokoller ile) getirmektedir.
Yasaklanmış silah türleri ve çatışma yöntemleri ile ilgili olarak ilgili sözleşmeler yasaklanmış silahları ve yöntemleri tek tek saymak yerine, silah türlerinin ve faaliyet türlerinin niteliklerini sayarak yasaklamışlardır. Bu bağlamda, gereksiz acı vermeme (unnecessary suffering) ilkesi temel alınmakta ve sivil ve asker arasında ayrım gözetmeyen yani sivillere de zarar veren silahlar, zehir veya zehirli silahlar, savaşın gerekliliklerince zorunlu kılınmadığı halde düşman mülkünü tahrip etme ya da el koyma, gibi eylemler yasaklanmıştır.
Silahlı çatışmalarda bazı kişi gruplarının korunmasına dair kurallar ise silahlı kuvvetlerin hasta ve yaralılarının, harp esirlerinin ve sivillerin doğrudan korunmasına dair kurallardır. Sivillerin korunmasına ilişkin temel ilke sivillerin kasıtlı öldürmemesini, her türlü işkence ve bedensel cezalara maruz bırakılmamasını, sivillerin insani muamele görmesini, kişiliklerine, onuruna, aile haklarına, inançlarına, ibadet ve geleneklerine her koşulda saygı gösterilmesini, cinsel istismara uğramamalarını, utanç verici duruma sokulmamalarını sağlama amaçları gütmektedir. İlgi uluslararası sözleşmeler sivillerin yaşadıkları yerlerden özellikle topluca ve zorla göç ettirilmemelerini öngörmektedir.
Yukarıda özetlenen bu yasaklanmış eylemlerin gerçekleştirilmesi, gerçekleştiren kişilerin uluslararası cezai sorumluluğuna yol açmaktadır.
İsrail'in Eylemleri ve Uluslararası İnsancıl Hukuk
7 Ekim gününden başlamak üzere gerçekleşen İsrail'in eylemlerinden ilk grubu, sivillerin kasten öldürülmesi eylemlerinin oluşturduğunu görmekteyiz. Yüzbinlerce Filistinlinin yerleşik olduğu Gazze şeridindeki mahalleler neredeyse hiç ayrım gözetmeksin havdan ve karadan bombalanmakta. Hamas militanlarının neredeyse her yerde oldukları gerekçesi ile hiçbir ayrım gözetmeksizin, evler, apartmanlar, okullar, camiler, hatta hastaneler bombalanarak çok sayıda sivil öldürülmekte. Hatta göç etmeye zorlanan siviller göç yolunda ilerlerken hedef alınarak bombalanarak öldürülmekte ya da yaralanmakta.
Sivillerin kasten öldürmesi eylemleri Cenevre Sözleşmeleri'nin ağır ihlallerindendir ve savaş suçu oluşturmaktadırlar. Hatta bu öldürme eylemleri sivillerin sistematik ve yaygın bir hal aldığında daha ağır nitelikli bir suç olan "insanlığa karşı suçlar" arasında yer alacağı ifade edilmektedir.
İsrail'in bir başka eylem türü, sivil yerleşim yerlerini ve sivil altyapıyı tahrip edecek şekilde saldırı ya da bombalama eylemleri gerçekleştirmesidir. İsrail, kullandığı bombalama yöntemi ve silah türleri bağlamında yolları, su ve kanalizasyon hatlarını, gıda altyapısını ve barınma imkanlarını tümden yok etmektedir.
Sivillere ve sivil altyapıya dönük yaşanan en büyük saldırı 17 Ekim akşamı Gazze'deki El-Ehli El-Arabi hastanesine yapılan saldırı olmuştur. Saldırı hastanede ve bahçesinde bulunanlardan yaklaşık 500 sivil hayatını kaybetmiştir.
İsrail'in sivillerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını imkansız hale getiren bir başka tür eylemleri de, karşı saldırılarını başlattığı ilk günden bu yana Gazze'ye elektrik, yakıt, su, gıda ve insani yardım akışını tamamen durdurması olmuştur. Gazze'de bulunan yüzbinlerce insan temel ihtiyaçlarından hiçbirisini karşılayamaz hale gelmektedirler.
İsrail tarafından kullanılan bir diğer eylem türü ise, sivillerin zorla göç ettirilmesidir. Ürdün ve Mısır yetkililerinin ifade ettiği gibi, askeri bir gereklilikten ziyade İsrail'in asıl amacı, Gazze'deki Filistinlileri nihayetinde Ürdün'e ve Mısır'a sürmek ve böylece Gazze'yi Filistinlilerden arındırmaktadır.
Suçluların Cezalandırılması İhtimali
Yukarıda sıralanan eylemler, uluslararası hukukun ilgili kuralları gereği savaş suçları oluşturmaktadır. Nitekim, bütün bu eylemler devam ederken BM, İsrail'in bu eylemlerinin savaş suçu oluşturabilecek eylemler olduğunu ifade etmektedir. Hatta, sivil topluluğa karşı sistematik ve yaygın bir planının parçası oldukları ölçüde de daha ağır nitelikli olan insanlığa karşı suçlar arasında yer almaktadırlar.
Filistin devletinin 2015 yılında Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne taraf olması ve talep etmesi ile birlikte Mahkeme, Filistin topraklarında işlenen suçları ve sorunlularını araştırmaya başlamıştı. Mevcut askeri saldırılar üzerine Mahkeme, bu olayların araştırılmasının da Mahkeme'nin yargı yetkisine girdiğini ifade eden bir açıklama yapmıştır.
Sorumluların yargılanması ve cezalandırılması ile ilgili en önemli zorluk, söz konusu suçlardan hakkında dava açılmış ya da açılacak kişilerin Mahkeme'nin önüne çıkarılmasının sağlanması olacaktır. Zira Mahkeme, hakkında dava açılmış kişileri ancak Mahkeme'nin önüne çıkarılmaları durumunda yargılayabilmektedir. Başta üst düzey yetkililer olmak üzere özellikle İsrail vatandaşı olup hakkında dava açılacak kişilerin Mahkeme'nin önüne çıkarılıp çıkarılamayacağı ya da ne zaman çıkarılabileceği zorluklar gösterecektir.