Küresel sistemin kriz yaşadığı bir zaman diliminde Ukrayna-Rusya Savaşı, Türkiye'nin ilkeli siyasi duruşunun dünya açısından ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Bu fark edildiği için de Ankara ve Antalya'ya dünya liderleri akın etti.
Türkiye'nin bu noktaya gelişi elbette kolay olmadı. Siyasetinden ekonomisine her şeyi iç ve dış vesayet odaklarının tahakkümü altındaydı ve kıpırdayamıyordu. Bu pranga, Başkan Erdoğan'ın vesayetle ölümüne yürüttüğü mücadeleyle kırıldı.
Önce Enerji, sonra Hazine Bakanlığı yapan Berat Albayrak, işte bu siyasi zeminde stratejik önemi şimdi daha iyi anlaşılan enerji ve ekonomi alanında görev yaptı. Bir süre önce bu iki alanda nasıl kirli bir tezgâh kurulduğunu, atılan adımların ulusal ve küresel güç odaklarınca nasıl engellendiğini anlatan bir kitap yazdı: "Burası Çok Önemli!.."
Geçmişten günümüze birçok siyasi aktör, görev dönemlerine ilişkin kitap yazdı ama hiçbiri de işin bamteline dokunmadı. Albayrak öyle yapmadı, kitabında kendisinin değil ama Türkiye'nin önüne kurulan tuzakları, operasyonları ayrıntılarıyla yazdı.
Albayrak, geçmişi değerlendirirken özet bir cümle kuruyor:
"Adeta üzerimize atılan ölü toprağı bizi sert bir kabuğun içine hapsetmişti..."
İşte Albayrak görev yaptığı enerji ve ekonomi alanında bu ölü toprağını üzerimizden atan çalışmalara imza attı.
Çünkü bu iki alan ile ülke bağımsızlığı arasında güçlü bir bağ vardı:
Ona göre, "Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulamayan ülkelerin ekonomide tam bağımsızlıktan bahsetmesi mümkün değildir."
Bunu başarmak kolay mıydı? Kolay olmadığını Akdeniz'de petrol arama meselesi gündeme geldiğinde bizzat devlet görevlilerinin şu sözleri ortaya koyuyordu:
"Bu yönde agresif bir politika uygularsak ABD ve AB'nin ne diyeceğini kestiremeyiz."
İşte bu teslimiyetçi ruh haliyle Türkiye uzun yıllar kendi "Milli Enerji ve Maden Politikası"nı hayata geçiremedi. Albayrak kitabında, "Burası Çok Önemli!" dediği Türkiye'nin özellikle enerji alanında oynadığı küresel role, o alanda cari açığı kapatmak için atılan petrol arama, TANAP, Mavi Akım ve Nükleer Enerji gibi adımları ayrıntılı anlatıyor ama ben yıllardır merak edilen şu basit sorunun cevabına değineceğim:
"Sanayileşmenin olmazsa olmaz koşulu olan yeterli madenlerimiz var mı ve işletebiliyor muyuz?"
Kitapta sadece bilinen maden rezervlerimiz değil, potansiyel cevherlerin de keşfedildiğine dair önemli bilgiler var. Hatta Maden Tetkik Arama (MTA) Kurumu, ülkemizin yeraltı kaynaklarının adeta MR'ını çekmiş...
Altın madeni örneğine bakalım. Türkiye'de 2000 yılına kadar altın madenciliği yapılmıyordu. Yapıldığında da akıl almaz bir karşı propaganda başladı.
Oysa araştırmalara göre, Türkiye'nin jeolojik olarak 8 bin ton metal altın (480 milyar dolar) potansiyeli var. Bugüne kadar bu potansiyelin yalnızca 382 tonluk (23 milyar dolar) kısmı çıkartılmış. Bugün ise yılda 42 ton üretimle Avrupa'nın en fazla altın üreten ülkesi konumunda.
Albayrak şu notu düşüyor:
"Altın madeninde çok ciddi bir yabancı lobinin dezenformasyonu ile karşı karşıya kaldık. Zaten maden ve enerji meselesinde ne zaman ülkemizin faydasına bir adım atsak belli amaçlar doğrultusunda fonlanan kuruluşları karşımızda gördük. Hemen arkasında da karalama kampanyaları, itibar suikastları ve iftiralara maruz kaldık."
Yerli kömürde de durum farklı değil. Türkiye, yılda 40 milyon tonun üzerinde kömür ithal ediyor. Oysa son çalışmalarla 5 milyar ton eklenerek rezervimiz 21 milyar tona çıkmış
Peki, neden Türkiye kendi kömürünü kullanmıyor?
Albayrak'ın cevabı:
"Biz bu yol haritasını uygulamaya aldığımızda şunu gördük ki, bir el, Türkiye kendi kömürünü kullanmasın diye hep devrede."
Bu köşe yazısını aşağıdaki linke tıklayarak sesli bir şekilde dinleyebilirsiniz