Medyanın içerisine hapsedilmek istendiği bu şiddet sarmalının kırılması için medyaya da önemli görevler düşüyor. Canları ne kadar yanarsa yansın, medya mensupları etik ilkelerden taviz vermemelidir. Genelleştirici ve ötekileştirici bir dil kullanmaktan, nefret söylemine sarılmaktan kaçınmalıdır.
Bu köşede daha önce eleştirdik: Suç işleyen bir kişinin etnik kimliğine atıf yapmak ırkçılıktır. Ermeni hırsız, Azeri hırsız, Rum hırsız, Türk hırsız vs. demek yanlıştır. Alevi terörist, Kürt terörist, Müslüman terörist demek yanlıştır. Bu tanımlamalar toplumsal ayrılıkları keskinleştirir, nefret tohumları eker. Tıpkı mültecilerle ilgili haberlerde olduğu gibi...
Benzer şekilde, suç işleyen kişinin mesleğine vurgu yapmak ayrımcılıktır. Dolandırıcı doktor, dolandırıcı öğretmen, dolandırıcı asker denmez. Denirse bilerek ya da bilmeyerek o meslek erbabı töhmet altında bırakılmış olur.
Şimdi bakıyoruz Ahmet Hakan'a yönelik saldırıdan sonra bazı medya kuruluşları, saldırganların AK Parti üyesi olduğunu yazıyorlar. Bunu pervasızca ve manşetlerden yapıyorlar. Diğer bazı medya kuruluşları saldırganların son dönemde HDP sempatizanı olduğunu yazıyor. Daha önceki saldırılardan ikisinde 'ülkücüler' ibaresi sık sık kullanıldı. Suçun işlenme nedeni ile kişilerin aidiyetleri arasında doğrudan bağ kurulamadığı sürece bu söylemler yanlış. Neticede milyonlarca üyesi olan yapılardan söz ediyoruz ve suçu bu yapıdan aldıkları emirle işlediklerine dair hiçbir kanıt yok elimizde.
Söylem analizi uzmanlığına girişip nedenleri siyasi düşmanlığa indirgerseniz, bu yolun sonu "Saldırganların falanca gazetenin ya da yazarın okuru oldukları anlaşıldı" ya da "Filanca medya kuruluşunun yaptığı yalan haberlerden etkilenerek bu suçu işlediler" cümlelerine çıkar.
Dikkatli olmakta yarar var.