Yarın bizler anayasa değişikliği referandumu için sandığa oy atarken aslında neyi tercih ettiğimizi, tek boyutlu değerlendirmeye yatkınız. Oysa bu tercih, önümüzdeki yüzyıla dair hayati tercihi içeriyor.
Dünyanın Avrasya coğrafyasında yeniden şekillendiği güç liginde Türkiye, bu tercihiyle, pozisyonunu da saptayacak.
Ya eski dünya (ABD, AB) ile mevcut ezberleri üzerinden devam edecek veya yeni dünyanın başat aktörleri arasında oyun kurucu vasfını güçlendirecek.
Ekonomik soykırımlarla geleceğimizi budayanların elimize tutuşturduğu Türkiye Kullanım Kılavuzu'nu reddedip, ilk kez kendimizin yazdığı Milli Kullanım Kılavuzu ile aslında bizler ileride bize yeni ekonomik soykırımlar uygulanması ihtimalini de sıfırlayacağız.
Bir ülkenin, kendi çıkarları doğrultusunda başka bir ülke üzerinde politik, askeri, sosyal, kültürel ve ekonomik üstünlük sağlamak için dengesiz üstünlük çabasına bu ad veriliyor. Amaç, diğer ülkenin ekonomik olarak bağımsızlığını kaybetmesi, ekonomik şantaj ile istenen yaptırımların yapılmasını sağlamak. Öykü ne kadar da tanıdık geliyor değil mi?
Ekonomik soykırım ifadesi Michael Chossudovsky'ye ait. Yeni Liberalizm kitabında, sona erdirilemeyen yoksulluk döngüsünü anlatır ve bu çemberden çıkmak için ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasının önemine işaret eder.
İster ABD olsun ister AB ve benzeri ekonomik topluluk veya birliğin ekonomik anlamda kendisinden daha zayıf durumda olan rakibinin tüm kaynaklarını sömürmesi, çökertmesi yakın tarihte ve yakın coğrafyada yığınca örneğe sahip.
Türkiye'nin özellikle kayıp yıllar 1990'larda başına gelenlerin çoğu, bizim içerideki aymazlığımız, çok başlılık, siyasi istikrarsızlık, oligarşik bürokrasi ve yönetim zafiyetimiz kadar Türkiye üzerinde emelleri olanların ekonomik soykırım projelerinden kaynaklanmıştı.
Hatırlayın, önce "ekonomik istikrar" ile söze girdiler. Bu sayede bize verilen borçların anaparaları eritilmeksizin, ekonomi "borç faizlerini ödeyecek kıvamda" iyileştirilmişti. Ardından ithalata açık yapı ile biriktirilen dövizlere de el konulmuş, paradan para kazanma süreciyle tasarruflarımız uçup gitmişti.
İkinci evrede, "yapısal reformlar" baskısı uygulanmış böylece ekonomimizde ithal tüketim malları yerlinin yerini almıştı. Etten makineye dek dışa bağımlı hale getirilirken IMF ve Dünya Bankası cenderesinde hep bir düzeyde tutulmuştuk.
15yıldır gösterdiğimiz başarı, IMF'den kurtulmanın yanı sıra, Gezi gerginliği, 17-25 Aralık operasyonları, faiz faciası, kırılgan beşli söylemleri, etrafımızı ateş çemberiyle kuşatma gayreti ve nihayet darbeci haydutlar ile ülkemizin işgali üzerinden iç savaş senaryoları...
Bugün bunlarla baş edebildik ama sürekli patinajdan yorulduk. Yarın sandığa giderken, torunlarımızın bir daha ekonomik soykırıma uğrama ihtimalini sıfırlayacağımızı da unutmayalım.