Cumhurbaşkanı Erdoğan, Mevlid-i Nebi Haftası açılış konuşmasında, mütedeyyin kesimlerin giderek daha fazla hedef haline getirilmesi ile ilgili "ideolojik bağnazlığın" vardığı boyutlara dikkat çekti. "Cuma hutbesini, hutbede okunan ayeti kerimeleri hedef" almalarını eleştirdi. Bu çevrelerin cehaletlerini gizlemek için, "Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal'in arkasına saklandıklarını, onu paravan olarak kullandıklarını" söyledi.
Gerçekten de bazı kesimler, bir cami imamının camide hangi ayeti okuyup okumayacağını bile kontrol etmek istiyor. Bir dine inanmayabilirsiniz. Ancak, Kuran-ı Kerim'den hangi ayetin okunup okunmayacağına siz karar veremezsiniz.
Bu çevrelerin, hutbede hocanın ne söyleyip ne söylemeyeceğini bile belirlemek istemesinin, bu konuda ahkam kesmesinin sebebi belli. Yeni tartışmalarla karşıtlık siyasetini canlı tutmak. Kaybettiklerini düşündükleri kontrol alanlarını yeniden işler hale getirebilmek. Yeni baskı unsurları ile karşısında oldukları toplum kesimlerinin özgüvenini kırmak.
Bu çevreler yıllarca, muhafazakar mütedeyyin kesimlerin siyasal temsilcilerinin "dini siyasallaştırmakla" suçladılar. Halbuki dini olanı siyasal alanda tartışılır hale getirmek isteyen, asıl "dini siyasallaştıran" bu çevrelerdi.
Muhafazakarları ve mütedeyyinleri hedef haline getirmenin çok uzun bir geçmişi var. Her alanda değişim yaşanmasına rağmen, Türkiye gibi toplumsal ve siyasal modernleşmesi sorunlu olan ülkelerde bu karşıtlıklar kendini hep yeniden üreterek var ediyor.
Bu karşıtlık siyasetinde, muhafazakar ve mütedeyyin toplum kesimlerini kontrol altında tutmak öncelikli amaçtır. Kontrol mekanizması, bir iktidar kurma ve iktidarını sürdürme stratejisine dayanır.
Tarihsel olarak, muhafazakar ve mütedeyyin toplum kesimleri, "gerici" "irticacı" gibi yaftalamalarla tehdit olarak damgalanmış ve düşmanlaştırılmıştır. Böyle bir tanımla biçiminin ardından, "düşmanla" mücadele için her yol mübah görülmüştür.
Tehdit tanımlamasının içine yerleştirilen bu kesimler kamusal alandan dışlanmış, marjinalleştirilmiş ve çevreye itilmiştir. Kendileri ise uzakta tuttukları bu kesimlerin hakkı olan imkanlardan sonuna kadar yararlanmışlardır.
Yine geçmişten bu güne, bu kesimlerin hakkını, hukukunu savunan siyasal temsilcileri, partileri ve liderleri de hedef haline getirilmiştir. Demokrasi dışı yöntemlerle, bir çok kez zor kullanarak liderlerin önü kesilmeye çalışılmıştır.
Özellikle Erdoğan döneminde toplumun çevreyi oluşturan muhafazakar mütedeyyin kesimlerin hakları yasal güvenceye alınmıştır. Bu kesimlere sahip çıkılmış böylece özgüvenleri yükselmiştir. Kamusal, siyasal ve toplumsal alanda rekabet edebilmelerinin önü açılmıştır.
AK Parti'nin iktidarı sürecinde, siyasal ve toplumsal normalleşmenin engellenmesi, bu kesimlerin kazanımlarının geri döndürülmesi için farklı müdahale yöntemleri denenerek direnç siyasetleri devreye sokulmuştur.
Son yıllarda, özellikle muhafazakar mütedeyyin kesimlerin özgüvenini kırmak ve onlara karşı psikolojik üstünlük sağlamak için yeniden farklı kampanyalar düzenleniyor. Hiç ilgisi olmasa bile, tüm olumsuzluklar muhafazakar, mütedeyyin kesimlerin üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Sosyal medya üzerinden yapılan üretilmiş manipülasyonlarla seküler ve muhalif çevrelerin tepkisini dindar ve muhafazakâr toplum kesimlerinin üzerine çekmek hedefleniyor.
Seçimlerden çıkan sonuç, bu çevrelerde bir özgüven patlamasını beraberinde getirdi. Bir süre ertelemek zorunda kaldıkları alışkanlıklarını bir kez daha sahaya sürdüler. İktidarla seçmenlerinin mesafelenmesini sağlamak için her yol mübah olarak görülüyor.
Muhafazakar ve mütedeyyinlerin yeniden hedef haline getirilmesinin ardındaki saik iyi anlaşılmalıdır. Toplumun ortak değerleri üzerinden ayrıştırıcı kampanyalar boşa çıkarılmalıdır. Bu konuda tam zamanlı reflekslerle gerekli cevap üretilmelidir.